24 Şubat 2014 Pazartesi

SEN YALANCI BAHARSIN

YALANCI BAHAR

Yalancı bahar deyince aklıma  Orhan Veli'nin bir şiiri geldi."Beni bu güzel  havalar mahvetti."           
.... 
Tütüne böyle havada alıştım, 
Böyle havada aşık oldum. 
Eve ekmekle tuz götürmeyi; 
Böyle havalarda unuttum. 
Şiir yazma hastalığım; 
Hep böyle havalarda nüksetti. 
Beni bu güzel havalar mahvetti.
diyordu şair.

Sizi bilmem ama bu gezi beni resmen çarptı. Şairin dediği gibi "beni bu güzel havalar mahvetti."
 Yorgunluk ki ne yorgunluk... Anlayamadım. Hiç bir gezide böyle yorulmamıştım.Ya da bu yorgunluk değil de başka bir şeydi.Sanıyorum yürüyüşten ziyade yalancı baharın da getirdiği bir durumdu. Şehrin kirli havasından, pekte alışık olmadığımız temiz dağ havası fena çarptı sanıyorum. Ciğerlerimiz fazla oksijeni kaldıramadı. Velhasılı yeni toparlanıyorum.

Neyse ...

Sanki bir yalancı bahardı yaşadıklarımız Şubatın 23'ünde. O kadar güzeldi ki.. Dandı ormanlarının arasından Dağpazarı'na doğru yürürken. Doğanın uyanışına tanık olmak.Böcü börtünün, kuşların tatlı bir melodiyi mırıldanır gibi cıvıldayışları, koyunların kuzuların hayat yeniden başlıyor der gibi meleyişleri, mantarların, dağ lalelerinin çayır çimenin gerinerek bizde varız diye uyanışı, güneşe yüzünü dönüşleri, gökyüzünün sanki bir tual gibi masmavi bize tebessüm edişi... ne diyeyim size beni sarhoş etti hiç hesapta olmadan.

 Bu geziyi muhteşem bir geziye dönüştüren de bu yönü olsa gerek diye düşündüm birden.

Her zamanki gibi Çınaraltı'nda buluştuk doğa severlerle. Üç araba gittik. Ortalama 45 -50 civarıydı. Yine samimi bir ortamdı. Yürüyüşe Rüzgâr panellerinin olduğu yerden başladık.Elimizde fotoğraf makineleri bulduğumuz manzarayı çekerek devam ediyorduk.Yürüyüş esnasında samimi bir sohbet havası oluştu. Herkes bir şeyler konuşuyordu. Tabi ki çokça siyaset konuşuldu.Veryansın ettiler habire AKP' ye...

Dandı ormanlarının arasından kâh iniş aşağı, kâh yokuş yukarı kıvrıla kıvrıla dolandık. Doğanın sesine tanıklık etmek, içinde kendini hissetmek tam bir terapiydi.Nihat hocamın bazen kendine has çocuksu tavırları yürüyüşümüze renk kattı. Geride kaldığını farkettiğinde arkadan gelen bir                " taktak"a biniverdi. Şu yürüyüşçülerin önüne geçeyim diye.. O arada fotoğrafının çekileceğini farketmedi tabi. Hile yaptığının kanıtıdır diyerek basıverdik deklanşöre ve ekledik hafızlara...

Bir su kenarında mola verdik. Hemen odunlar toplandı. Ateşler yakıldı. Sucuklar geçirildi şişlere. Doğa da bayram etti sucuk kokusuna bizim mideler de.. Ekmek arasında sucukları mideye indirirken Nihat hocam dolanıyor. Takılmaları meşhurdur.Yine elini kapatmış üç hakkınız var diyor elimdekini bilmeye...Düşün düşün ne olabilir dağda? Zeytin, çekirdek, ceviz... aklımıza bir şey gelmiyor bir türlü... bizi sıkıştırıyor durmadan.. çabuk olun iki hakkınız kaldı, bir hakkınız kaldı.. habire yerdeki keçi pisliklerini göstererek bu ne diyor. Afedersiniz bizde keçi boku diyoruz. Hadi son hakkınız."Ne var elimde?" diyor.Atıyoruz kafadan bir şey tutmayacağını bile bile.. İstiyoruz ki elindekini artık göstersin.  Sonunda...Açıyor avucunu küçük bir parça keçi boynuzu.. Çocukluğumun yemekten pekte hoşlanmadığım bir yiyeceği.. Küçük parçalara bölüp avucunun içine gizlemiş. En çokta biz yaklaşmışız meğer ama nerden bilelim. Keçi boku.. keçi boynuzu. Değiştiriversek oldu işte. Neyse bizde bir kahkaha...

Molanın ardından yürüyüşümüze devam ediyoruz. Yürüyüz bu defa daha keyifli. Kazım Evredirek var Sanat Müziği koro şefimiz. Şarkılar seni söyler diyerek başladık fasıla..Ağır parçalardı söylenenler ama olsun biz yine de keyifliydik. Doğanın koynunda her ne söylense bizi üzemezdi. Şöyle gökyüzüne bir göz kırpmak yetiyordu.

Arada çocukluğumuz tutmadı değil. Sekerek koşturduğumuz günler aklımıza geldi birden Pınar hocamla ...Gülüşe gülüşe seke seke yürüdük Dağpazarı yolunu. Köye ulaştığımızda bizim için kahvede çay hazırlanmıştı. Yorgunluğun üzerine içilen çaylar bizi kendimize getirdi.

Ardından Dağpazarı Kilisesi'ni ziyaret ettik. Nasıl da virane olmuş. Yıkılmaya yüz tutmuş. Onarılmazsa bir kaç yıla kadar yıkılıp gidecek. Düşünüyorum geleceğimize nasıl sahip çıkarız , geçmişimize sahip çıkmasını bilemezsek.Orada bir tarih var, yaşanmışlıklar var. Yaşanmışlıklara saygı duymadan nasıl geliştiririz yaşayacaklarımıza saygı duymayı.O kiliseden kimler geldi kimler geçti. Edilen dualar, yapılan ayinler...Ne hikayeler kimbilir... Onların anısına bu kilise yaşatılmış olsa belki geçmiş öfkeler sönecek. Kavgalar bitecek olamaz mı? Umarım birileri duyar bunları da gereken yerlere iletilir. Fotoğraflar çekiyoruz önünde, ilerde böyle bir kilise vardı demek için.  Sonra ayrılıyoruz oradan. Arabalarımıza yavaş yavaş biniyoruz. Yorgunluğun yüzümüze yavaş yavaş yansımaya başladığı anlardayız. Geldiğimiz yollardan bu defa araçlarla geçiyoruz hafif tebessüm ederek.

Son kez Rüzgar panellerinin olduğu yerde durup bir de orayı geziyoruz. Paneller çok heybetli görünüyor. Yine fotoğraflar çektiriyoruz. Dandı ormanlarının son kez keskin katran kokularını içimize çekerek araçlara binip evimize dönmenin dayanılmaz hafifliğini yaşıyoruz.

Sevgiyle kalın.


DAĞPAZARI GEZİSİ ŞUBAT 2014

16 Şubat 2014 Pazar

BEKLENTİSİZ SEVMEK

Bugün Sevgililer Günü,

Her ne kadar Kapitalizmin insanlara dayattığı, zorlada olsa alışveriş çılgınlığına bir yenisini daha eklediği bir gün olsa  da bu günü seviyorum. En azından sevdiklerimize bir tatlı söz söylemek yada hiç almadığımız halde bir gül almayı düşünmek bile bu günü bence özel yapmaya yeter. Hepinizin sevgililer günü kutlu olsun diyorum ve sevdiklerinizin kıymetini bilenlerden olmanızı diliyorum.

Yine sevmekten bahsetmek istiyorum ancak; beklentisiz sevmeyi dillendireceğim bu defa...

Beklentisiz sevmek nedir sizce...

Nasıl seviyoruz acaba... Sonunda eğerler amalar mı var? Ama şöyle yaparsan... Eğer beni üzmezsen... Bugün dediğimi yaparsan ancak... vs. Belkenti var mı bu sevginin sonunda bir düşünün... Sevdiklerimizin bizi sevmesini istemek bile bir beklenti olurken beklentisiz nasıl sever insan?

Bugün beni aramadı demeden ya da şu an nerede acaba diye kendi kendimizi yiyip bitirmeden, doğum günümü hatırlayacak mı? Bana çiçek getirecek mi? Bir tatlı söz ve ya ruhumu okşayan bir çift laf edecek mi acaba demeden sevebilir mi insan sizce?
Onun size ait olmadığını kabul edip onu kendi özgür doğasıyla sevmeyi düşündünüz mü? Yanındaki bayan arkadaşına ya da kız arkadaşına aldırış etmeden ama aldırmıyormuş gibi davranmadan, gerçekten aldırmadan; bitecekse biter, bunu ben değiştiremem tıpkı beni sevmeyi bırakmasını değiştiremeyeceğim gibi diye düşünüp, onu yersiz kıskançlıklara boğmadan ve kendimizi gereksiz yere yıpratmadan vazgeçebilir miyiz acaba?

Belkide vazgeçebilmeyi öğrenebildiğimiz kadar sahip olacağız.

Hiç beklemeden çalan bir kapıda onu karşında görmek, ummadığınız bir anda güzel bir söz işitmek, bir hediye almak, beklemeden zamansız ne güzel olurdu değil mi?

Siz istediğiniz için değil o istiyor diye, gönlünden geldiği gibi, hesapsız  yapıldı mı tüm bunlar ve beklentisiz sevmenin tadına varabildiniz mi... İşte en güzeli en muhteşemi de böyle bir sevgi olurdu herhalde. Bugün beni hatırlamadı yerine  “Hiç beklemiyordum senin geleceğini" diyebilmek ne güzel bir duygu olurdu.

Onu ve kendimizi boğmadan gereksiz yere kıskançlıklara sebep olmadan, sahiplenmeden emek vererek ve özgür bırakarak ama asla vazgeçmeyerek sevmenin sevilmenin tadına varabilmek ...Sevmek demek bu olsa gerek.

Bir sürü beklenti içine girip kendimizi hayal kırıklıklarımızın içine hapsetmektense beklenmeyen anda gönülden yapılan sevgiye dair herşey hepimizi çok daha mutlu ederdi herhalde. Belki de bir çoğunuz bu yazıyı okurken iç geçirip " Nerdeee o hesapsız, beklentisiz sevgiler" diyorsunuz. Haklısınız belkide bir ütopya olmaya yüz tutuyor böylesi sevgiler. Çıkarın, ikiyüzlülüğün, hırsın kol gezdiği şu dünyada her zamankinden daha çok ihtiyacımız var beklentisiz sevgiye. Ne diyebilirim ki önce en yakınımızdan başlasak hesapsız sevmeye, öğrenemez miyiz? Yok mu böyle sevgiler istisnada olsa? Galiba yine önce kendimizi gerçekten sevmekten geçiyor her şey.

Zülfü Livaneli'nin güzel bir şarkısı vardır. "Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey" diyor ya. Doğru söze ne denir? Önce kendimizi sevelim sonra yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi öğrenelim.Ben Rabbimin yeryüzündeki bir suretiysem eğer evrendeki olan her şeyde onun bir parçasıysa o halde ben ve bana dair her şeyi sevmeyi seçiyorum.


Sevgiyle kalın.

13 Şubat 2014 Perşembe

Gerçeklik dediğin nedir ki?
Olmasını istediğin bir serap gibi...
Ruhumun kıyılarına vuran dalgalar,
Beni bir içine çeker,  bir dışına atar.
Gönül sevmek ister, sevilmek ister, 
Söyle...Başka ne ister ?
Yüreğim  seni seçti, gerisi teferruat dedi.

12 Şubat 2014 Çarşamba

YIL DÖNÜMÜ

Bugün iyi olmayı seçtim.
Giyindim,kuşandım,süslendim,
Tıpkı seninle ilk tanıştığımızdaki gibiydi saçlarım.
Ama yüzüme bir gülücük konduramadım.
Sana ilk defa bir gül aldım.
Kendime de bir menekşe, senin adına...
Hani derdin ya "benim hanımı kandırmak çok kolay" diye.
Kendimi kandırmayı beceremedim.
Yokluğun içimi tarifsiz kederler içinde bırakırken,
Yeni başlangıçlara kucak açmak istedim.
Gidişinin yıl dönümüydü bugün...
Uğurlar olsun, uğur olsun bu günüm istedim...

UYAR





9 Şubat 2014 Pazar

SENBEN

Ben senden geçeli çok oldu.
Lakin! Sen de bilemezsin  bendeki seni,
Şayet geçemezsen beni...
İyisi mi sen de boş ver beni...

7 Şubat 2014 Cuma

MAŞLI İÇLİ KÖFTE


MAŞLI İÇLİ KÖFTE

İsterseniz önce tanımayanlara "Maş" nedir onu anlatayım. Mercimek ailesine mensup, protein değeri oldukça yüksek genellikle Akdeniz yöresinde tanınan bir bitkidir diyebilirim.

Rutinleri benim gibi sevmiyorsanız farklı olandan yanaysanız Maşlı İçli Köfteyi deneyin derim. Ama illaki içli köftenin bir adabı vardır içinde etten başka bir şey olmaz diyorsanın tercih sizin. Damak zevkinize göre hazırlayın derim. Ben size farklı bir alternatif sunuyorum. İç malzemesinde hem bitkisel hem de hayvansal protein bir arada kullanıldığı için  hafif ve sağlıklı aynı zamanda damak zevkinden de ödün vermeden aynı lezzeti yakalayabiliyoruz.


İÇ HARCI:

1/2 kilo orta yağlı kıyma
3 orta boy soğan
1 su bard. ceviz.
1 su bard. haşlanmış maş
karabiber, kimyon, kırmızı pul biber, tuz, maydanoz
tercihe göre acı kullanabilirsiniz.

1/2 kilo orta yağlı kıymayı kavurun. İsterseniz kavururken su koyarak ( bir su brd.)kavurursanız tane tane kavrulur. Deneyin göreceksiniz.

Kıyma iyice suyunu çekip biraz rengi dönünce içine küçük küçük doğradığınız soğanları atıp kavurunuz.
Genellikle kıymanın yağı yeter, ancak siz yeterli görmezseniz yağ ilavesi yapabilirsiniz. 

Soğanlarla kıyma iyice kavrulunca altını kapatın. Cevizi, maşı, maydanozu, baharatları ilave ederek karıştırın. Soğumaya bırakın.

Not: Maş yerine yeşil mercimekte kullanabilirsiniz. Aynı lezzeti verir. Çokta sağlıklı olur. Kıyma orta yağlı olduğu için yağ ilavesine gerek yok diye düşünüyorum. Tercih sizin.


HAMURUNUN MALZEMELERİ

5 su bard. ince köftelik bulgur
1 su bard un
5 adet orta boy patates
1 adet yumurta
1 çay bard. irmik
2 su brd. ılık su
 biber salçası, tuz, karabiber, kimyon,

Patatesleri haşlayıp rendeden geçirin. Bulguru ve diğer bütün malzemeleri karıştırarak hamuru yoğurun. Duruma göre ılık su ilavesi yaparak özlü bir hamur kıvamına getirin. Hamuru ne kadar iyi yoğurursanız o kadar iyi olur. ( ort.25 dk. yoğurun ) Kızartılırken çatlamaması iyi yoğurulup sakız gibi olmasına bağlıdır.

Not: Bu hamur kızartmalık olarak çok uygundur.

Gelelim içli köftenin açmasına... Ben bu konuda becerikli olduğumu söyleyemem. Teknolojinin imkânlarından yararlanıyorum. Makine ile açıp sadece uçlarını kapatıyorum. Mükemmel oluyor. Siz nasıl isterseniz. İster makinede, isterse becerikli ellerde elle açabilirsiniz. Eminim çok güzel olacaktır.

Bu ölçülerle ortalama 40 civarında içli köfte çıkar. Doya doya yeter.


Afiyet olsun. Ağzınızın tadı, sofranızın bereketi her daim aşkla, kalbiniz sevgiyle dolsun.

5 Şubat 2014 Çarşamba

SENİ SAKLAYACAĞIM

SENİ SAKLAYACAĞIM

Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde
Şarkılarımda, sözlerimde

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin sen duyacaksın,
Parıldayan bir sevi sıcaklığı.
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın benzemiyor,
Gelen günler geçenler,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak,
Bir yaşam harcamaktır.
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım,
Anlatılmaz...
Yaşayacağım gözlerimde,
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün tam anlatmaya...
Bakacaksın,
Gözlerimi kapatacağım.
Anlayacaksın.

ÖZDEMİR ASAF

2 Şubat 2014 Pazar

KAZANMAK MI KAYBETMEK Mİ

Piyangodan para çıkınca kazandım mı diyorsunuz? Sınavda istediğiniz puanı alamayınca kaybettiğinizi mi düşünüyorsunuz?  Ne bileyim güreş yaptığınız kişi sizi yenince kaybetmek mi oluyor bütün bunlar?

Yada yüksek sesle bağırınca korkutup kaçırdığınız insanı alt ettiğinizi mi düşünüyorsunuz?

Sorunun cevabını  arkadaşınız bilirse siz bilememiş mi oluyorsunuz? Bu sizin başarısız olduğunuz anlamına mı geliyor?

Siz fazla puan alınca maçı kazandığınızı mı sanıyorsunuz?

Çok güzel olduğunuzu düşünerek  diğerlerinin sizden çirkin olduğunu mu varsayıyorsunuz?

Ekmek alacak kadar parası olmayan biri sizce fakir birimidir? Zenginlik nedir  sizce.

Örnekleri çoğaltmak mümkün bir sürü  olayı  ya da durumu benzer şekilde düşünebiliriz.Yaşadığımız her şeyin olumlu olumsuz bütün yönlerini aynı mantıkla düşünebiliriz.

Aslında bütün bunların hepsi şu göreceli dünyada bizim verdiğimiz anlamlarla değer bulmuyor mu?

Yaşadıklarımıza anlamlar yükleyen bizleriz. Çünkü zıddıyla değerini anlayabiliriz ancak. İyi kötü, güzel çirkin, fayda  zarar, doğru yanlış, başarı başarısızlık, kazanmak kaybetmek vb. Hayatta neyi  öğrenmeye  geliyorsak onu var ediyoruz.  Artı eksi gibi değerler vererek anlamaya öğrenmeye çalışıyoruz. Ne kaybediyoruz ne de kazanıyoruz aslında. Yaşadığımız her deneyim bize özümüze ulaşmak için, sevgiye, ışığa,  gerçek saf sevgiye ulaşmak için bir yol haritası çiziyor farkında olmasakta.

Sınavda başarısız olabiliriz. Belki de başarısız olarak ben neyi iyi yaparsam daha başarılı olurumu anlayabilmek içindir . "Hangi konuları öğrenmem lazım "  diyebilmek içindir. Belkide başarısızlık dediğimiz şey,  bizi bir basamak daha yukarıya çıkaran bir durumdur.O halde bu  başarısız olduğumuzu düşündüğümüz sınavda sizce kaybetmiş olur muyuz? Ya da kendimizi başarısız görmeye devam  etmeli miyiz?

Sesinizi yükselterek korkutup kaçırdığınızı  ve zafer edasıyla "Bak gördün mü karşımda bir kelime bile konuşamadı." diye mi  düşünüyorsunuz.  Belki de sizi konuşmaya bile değmeyecek kadar  değersiz görüyor ve sırf bu yüzden sessiz kalıyor, anlamaya bile çalışmıyor olamaz mı?  O halde bu durum size neyi deneyimletiyor olabilir. Anlayışlı olmayı, sizden farklı düşünen insanlara saygı duymak gerektiğini anlatmak istiyor olamaz mı?

Piyangodan para çıktığında "kazandım" diye çığlık atarız da  o paranın bizden gerçekte neleri kaybettirdiğini  ya da kazandırdığını sonra anlarız. Etrafımızda mantar biter gibi aniden çıkan akrabalar bize gerçek dostları, akrabaları ve arkadaşları farkettirmez mi?  Emek vermenin önemini  anlatmaz mı biraz da...

Diyelim ki maç yapıyorsunuz. O kadar hırslısınız ki maçı her ne olursa olsun kazanmalısınız. Üzerinizde çok büyük bir baskı var. Takım kaptanı size çok güveniyor. Maçı almanızı istiyor ve sonunda çok büyük paralar var. İşte böyle bir ruh haliyle  var gücünüzle  oynuyorsunuz. Sırf kazanmak uğruna maçta kural hatası yapılabilir ve bu normal algılanır, Hakemi , takım arkadaşını para karşılığında satabilir.. Şikeye göz yumar,  kısacası etik olmayan her türlü durum olabilir. Diğer takım da aynı nedenlere dayanarak doğru olmayan durumları sorgulamaz, çünkü o da kazanmak istemektedir .  Her ne pahasına olursa olsun maçı kazanmak vardır her iki takımın da hedefinde ve maç bir ego savaşına dönüşür. Maçın sonunda büyük bir meydan savaşı çıkma olasılığı ise çok yüksektir. Sonuçta takımlardan biri maçı kazanır kazanmaya  ama gerçekte kazanmış mıdır? Kaybeden gerçekte kaybetmiş midir? Büyük resme bakarsak eğer orada egoların  savaşı yok mudur?  Ben... illaki ben kazanmalıyım... Gerçekte neyi  öğreniriz sizce... Sırf maçı kazanmak için hırslarımıza egomuza yenik düşmemeyi öğreniyor olabilir miyiz? Hepimizin bulunduğu durumlar içinde deneyimlediği dersler farklıdır. Belkide takım içinde arkadaşını satmamayı, kendisini gerektiğinde arka plana atmayı  ya da güven vermeyi, iyi oyun çıkarmayı mı yoksa her şeye rağmen kazanmayı mı deneyimlemeyi seçmiş olabilir?
 Neyi deneyimlemeyi seçiyorsak hayatta onunla sınanırız. O yüzden bu deneyimlerin  iyisi- kötüsü, doğrusu- yanlışı,  güzeli -çirkini, başarılı başarısızı yada kazananı- kaybedeni olmaz. Sadece deneyimleriz. Deneyimlerimizin sonucunda öğrenir almamız gereken dersleri alırız. Alamıyorsak şayet benzer durumları yaşamaya devam ederiz. Ta ki öğreninceye kadar. Hiç kendinize sordunuz  mu neden aynı şeyler hep benim başıma geliyor diye..

Benzer durumları yaşıyorsanız lütfen kendinize şu soruyu sorun. Bu olay ya da bu durum neden benim başıma geliyor? Bana ne öğretiyor? Benim öğrenmem gereken ne ?... Cevap içinizden gelecektir. Yeter ki doğru soruları sorun. Bu sorunun cevabını aldıktan sonra yeniden durumu değerlendirin . Öğrenmeniz gerekeni anladığınızda  ve bunu öğrendiğinizde artık o ve ona benzer durumlarla karşılaşmayacaksınızdır.

Yaşadığımız durumların  bize öğrettiğine odaklanırsak şayet aslında ne kaybederiz ne de kazanırız. Bana göre hep kazanırız derim. Çünkü "ben" olarak  sürekli kendimi deneyimlediğimde, kim olduğumu, ne olduğumu bu dünyaya ne için geldiğimi öğrenirim. Her defasında özüme bir adım daha yaklaşırım.Gerçek mutluluğu, hazzı, huzuru,sevgiyi, hepliği, birliği, bir olmayı evrenin bir parçası olmayı öğrenirim. Bedenimle, ruhumla ve zihnimle tam ve dengede olmayı başarırım. Bu dünyadaki herkesin eşit olduğunu, değerli olduğunu, bilirim.

 Yapmam gerekenin her zaman sevgi ve sevginin ürettiği duyguları seçmek olduğunu anlarım. O zaman korku ve korkunun getirdiği hiç bir olumsuz duygunun benliğimde var olmasına izin vermem.

Bir Avustralya atasözü şöyle diyor."Hepimiz bu zamanda, bu yerde ziyaretçileriz. Hepimiz gelip geçiyoruz. Amacımız gözlemleyip öğrenmek, büyümek ve sevmek. Sonra evimize döneceğiz."  İşte işin özu bu. Hepimiz sonra evimize döneceğiz. Bu hayata kendimizi deneyimlemeye, öğrenmeye geldik derslerimizi tamamladığımızda hepimizin bütünün bir parçası olduğumuzu anlayacağız. Sonsuz evrende yerimizi  alacağız.

Sevgiyle kalın.

02.02.2014