BATIRIK'TA NERDEN ÇIKTI?
"Sakındığın göze çöp batar." der atalarımız. Bu söz boşuna çıkmamıştır. Yılların deneyimlerinin insanlara kazandırdığı, nesilden nesillere aktarılmaya devam edecek atasözleridir. Şimdi nerden çıktı bu atasözü diyeceksiniz. Sormayın desem de sorun ... Bu da nerden çıktı? Durun.. durun... anlatıyorum....
Geçenlerde mahalle komşumuz Şerife'de günümüz vardı. Bende okul çıkışında çarşıdaki işlerimi hallettim ve eve uğramadan direk komşuma geçtim. Arabayı park etmek için çokta düşünmeden acelece ev sahibinin arabasının önüne park ediverdim. "Nasıl olsa dışarı çıkmayacaklar. Çıkarlarsa da ne olacak .çekiveririm olur biter." dedim.
Komşum yine döktürmüş. Ben de bir açım... bir açım sormayın... Öğlen de fazla bir şey yemedim. En sevdiğim "BATIRIK" var menüde. Hemen masaya güzel bir servis yapıldı. Üç öğün önüme koysalar niye koydunuz demem. Tam bir vitamin deposu. Diyetisyenler incelese emin olun öğünün birinde mutlaka "batırık" yenecek derler. Doktorlar da her derde deva cinsinden reçeteye yazarlar inanın...
İçinde yok yok..İnce bulguru, fıstığı, bolca domatesi, fesleğeni , salatalığı, biberi, marulu,maydanozu, rokası, teresi,soğanı, pazısı, lahanası, brokolisi, karnabaharı, yeşilliğin envai çeşidi... daha sayayım mı? yanında yok yok..
Ablam bu yazıyı okurken diyecektir, belki de içinden söylenecektir.Ne söyleyebileceğini kestirebiliyorum ama... "Ah Havva yaktın beni, Umdurdun beni, Mut'a bir geleyim sorarım sana, Ben şimdi Mut batırığını nerde bulup yapayım" diye dilinden kurtulamam. Ama Mut'a geldiğinde şöyle bol acılı, domatesli, içi bol "batırık" la karşılama töreni yaparsam yelkenleri suya indiriverir. Bütün öfkesi geçer. Canım ablam seni çok seviyorum. Ağzın sulansa da anlatacağım işte...
İnce bulgurla rendelenmiş domatesleri buluşturursun önce... ikisi beraber kaynaşırlar şöyle aşıkla maşuk misali... Domates bulgurun egosunu şişirir durmadan... Bulgur da "sensiz olmaz, yok sensiz olmaz" nağmeleri arasında aşk methiyeleri düzer. Birbirlerine göz kırparaktan oynaşırlar.
Ardından ince ince doğranmış soğan, maydanoz ve fesleğen eklenir.Fesleğen olmazsa olmazıdır batırığın. O ne muhteşem bir rayihadır... insanı kendinden geçirir. Kokusunu batırığın içine öyle bir yayar ki çok uzaklardan bile farkedilir. "Kesin bu evde batırık yapılıyor" dedirtir insana...Hani hiç aç değilsinizdir, midenizde yer yoktur. İşte bu batırık için geçerli değildir. Batırığa her zaman yer açılır. Çünkü batırık tüm zamanlarındır.
Neyse bu koku beni alıp götürmeden bir yerlere ne yaptık bir hatırlayalım. Bulguru domatesle buluşturup, içine soğanı, maydanozu, fesleğeni ekleyip iyice ovmaya başladık. Biraz acı kırmızı pul biberini de ekledik. Şimdide kavrulmuş ve iyice yağı çıkıncaya kadar robotta çekilmiş fıstık ezmesini koymaya geldi sıra. Offf ya ağzım sulandı. Batırığın içine atarken yanlışlıkla ağzıma da atıveriyorum hissine kapıldım birden. Bulgur kendisiyle oynanmasından iyice usanıncaya kadar yoğurulur. Fıstık ezmesiyle buluşan bulgurun artık her bir yeri yumuşamış ve kendinden geçmiştir.
Şoklama anı geldi çattı şimdi de. İşte buz gibi soğuk suyla buluşturmanın dayanılmaz hafifliği... Suyunu dökmeden köftesinden sevenlere şöyle küçük bir tabağa ayırmayı unutmadan tabi ki... Suyu dökerken ne çok sıvı ne de çok koyu olacak haaa. Dikkat edeceksin.. Tuzu, ardından limonunu da ekledin mi artık batırık olmuş demektir. İçine doğranmış domates, salatalık ekleyerek ; garnitür olarakta yanında yiyebileceğin envai çeşit yeşilliğiyle beraber servise hazırdır. Afiyetle yenilebilir.
Komşum Şerife'nin ellerine sağlık diyorum. Çayın yanında kurabiyeleri yemeyi unuttum ona yanıyorum.
Hey Arkadaşlar!
Ben ne anlatacaktım? Nerden nereye geldim? Batırıkta nerden çıktı? "Sakındığın göze çöp batar" atasözünden yola çıkarak kıssadan hisse öğrendiğimi paylaşacaktım.
Evet...
Ev sahibinin oğlu "Havva teyze arabanı bizim arabanın önüne park etmişsin. Çıkarmam gerekiyor. Anahtarını verirsen arabanı ben çekebilirim ordan " dedi. Oğlumuz henüz on beşinde... İçimden "Arabayı şimdi nasıl güveneyim küçücük çocuğa? Bir yerine bir şey olur... neme lazım." "Ben çıkarırım arabayı" dedim. Derken de saniyeler içinde düşünceler uçuştu beynimde.
"Aman Havva ne olacak ver anahtarı... çeksin arabayı... "
"Yok yok... olmaz belki bir şey olur... kendin çek... "
"Anahtarı versem mi acaba?"
"Havva sakınma! Ne olacak bir şey olmaz."
Velhasılı anahtarı vermedim.Arabayı biraz ileride duvarın dibine kendim yanaştırdım. Sonra tekrar eve geçtim. Bir kaç saat daha oturduk. Saz çalan bir Nimet'imiz vardı. Çaldı söyledi. İnanın çok keyifli bir gün geçirdik. Artık izin alarak kalktım. Arabaya bindim. Çalıştırdım. Geri geri gitmem gerekiyor. Arka boş sorun yok. Dönüp bakmadım bile...Geri vitese taktım... saniyeler içinde iç gıcıklayan bir ses gacurt gucurt... ne olduğunu anlarken frene bir dokundum ki dikiz aynasını ancak kurtarabilmişim. Arabanın sol yanı duvara öyle bir çizilmiş ki şaştım kaldım nasıl oldu diye. Neyse aynayı bari kurtardık. Duvara öyle bir yanaşmışım ki...Duvar tam düz değildi L şeklinde bir duvarın dibine doğru yanaştığımı düşünün. Arkaya bakmadan geri geri gidiyorum Anlayın işte kendime o kadar güveniyorum ... Neyse detaya gerek yok, siz anladınız durumu...
Ne demiştim ? "Sakındığın göze çöp batar." Arabayı sakındım, vermedim.Düşündüğümü yaşadım.
E be kardeşim bildiğinin bir anlamı var mı? Hayatına uyarlayamadıktan sonra...
Yarın ki seçim sonuçları hepimiz için hayırlı olur inşallah.
Sevgiyle kalın.
30 Mart 2014 Pazar
10 Mart 2014 Pazartesi
9 Mart 2014 Pazar
GÖKKUŞAĞI
Güneş bulutun arkasına saklanmış,
Oyun oynuyordu yine.
Rüzgarda eşlik ediyordu ona.
Yüzünü şöyle bir yalayıp saçlarını
savurarak,
"Hadi! Sen de aramıza katıl."
diyordu.
Hafif tebessüm ederek onları
izlemekle yetindi.
Kararan bulutlar gözyaşlarını
akıtırken,
Yanaklarına düşen damlalar "uyan
hadi" diyordu.
"Asma suratını."
"Her yağmurun ardından gökkuşağı
çıkmaz ki."
Ama umutlarını öyle besle ki,
"Gökkuşağı senin için çıkmaya can atsın."
diyordu.
9.03.2014
7 Mart 2014 Cuma
YENİLENEN BEN
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEYLER VAR
Gözlerimi uzaklara dikip bazen gökyüzünün maviliğinde kaybolurken bazen de bahara uyanan muhteşem doğaya tanıklık ederken buluyorum kendimi. Yine düşünmeden edemiyorum. Ne günler gelmiş geçmiş.Çocukluk yılları ayrı bir hezeyan, gençlik yılları bir ayrı devrim, şimdi ise bambaşka bir geçiş dönemi yaşıyorum. Aslında her dönüm noktasında yılanın kabuk değiştirişi gibi kanırta kanırta ben de kabuk değiştiriyorum. Meşhur sözümdü "Her şeyden herkesten nefret ediyorum." dediğim günleri hatırlıyorum da şimdi gülüyorum bu sözüme.Canım acıya acıya içimden bir ben daha çıkarmışım. Her umutsuzluk başka bir umudu doğurmuş. Arkama dönüp baktığımda yaşadıklarıma saçımdaki aklar, yüzümdeki çizgiler şahid olmuş.İki kaşımın arasındaki çizgiler de hayata bir zamanlar öfkemin simgesi olmuşlar.
Geçenlerde Elif Şafak'ın geçmiş bir yazısını okudum.
"Bana, ‘depresyondayım’ diyenlere ‘depresyon bir nimettir, öp de başına koy’ derim. Bunun bir basamak olduğunu düşünürüm." diyordu. Sevdim bu sözü ,depresyon insanın kendini yenilemesi için muhteşem bir fırsatmış. İtiraf ediyorum bu sözü okuduğumda kendimin farkına vardım. Ben iyiyim diyordum ama hayır değildim. Her an ağlamaya hazır ve her yalnız kaldığında ağlıyorsa insan ve ağlamak için sebep yaratıyorsa durmadan bunun adı depresyon değilde neydi? Depresyonumu seviyorum bana öğrettikleri ve öğretecekleri için. Hayata hem kırgınım, hem kızgınım ( demeye dilim varmıyor aslında, biraz yoruldum mola istiyorum ) ama yine de onu çok çook seviyorum. Bana çok değer katıyor çünkü. Öyle bir oynuyor ki çok acımasız. Çok canımı yakıyor. Olsun yılmadım yılmayacağım da...Kendim için en çokta sevdiklerim için yapmak istediklerimin peşinden koşmaya devam edeceğim. Hayat hepimize öğretiyor ,sanmayın sizi es geçiyor. Sadece öğrendiklerimiz farklı, deneyimlerimiz farklı ama inanın aynı yolun yolcusuyuz.
En sevdiklerinin en ihtiyaç duyduğun anda gidebileceklerini öğretti hayat bana. Demek önce kendimize güvenmek gerekti. Ayaklarımız yere sağlam basmalıydı.
İnsanlara zorla kendimizi sevdiremeyeceğimizi öğretti hayat. O halde yapacağın en doğru şey sevilebilecek biri olmaya çalışmaktı. Gerisi onlara kalmıştı.
İnsanları ne kadar düşünürsen düşün, onların seni o kadar da düşünmediklerini öğretti hayat bana. Kimseyi gereğinden fazla önemsememek, hakettiği kadar değer vermekti doğru olan.
Önemli olanın hayatımızdaki eşyaların değil, hayatımıza giren kişilerin olduğunu öğretti hayat. O halde doğru yolda olmak için doğru insanlarla olmak gerekti.
Güven elde edebilmek için yılların gerektiği ama yok etmek için saniyelerin bile yeterli olduğunu öğretti.Neydi burdan çıkarılacak hisse.Güvenini kazandığın insanların kıymetini bilmek ve gerektiğinde hataları için bir şans vermekti.
Bir arkadaşın ne kadar iyi olursa olsun seni üzebileceğini ve senin yine de onu affetmen gerektiğini öğretti. Bazen başkaları tarafından affedilmenin yetmediğini kendimizi de affetmek gerektiğini öğretti.
Kalbimiz ne kadar kırılırsa kırılsın dünya benim acılarımdan dolayı dönmeyi durdurmuyordu. Hayat devam ediyordu. Aynaya bakıp "yeni bir gün yeni bir umut" diyerek başlamaktı her yeni güne.
Sinirlendiğinde gerçekte buna değse bile asla acımasız olmamak gerektiğini öğretti. Aksi davrandığı her durumda kendi kendine zarar verdiğini gördü.Karşı gösterdiği her tepki etkiyi doğuruyordu.
Birisinin seni istediğin gibi sevmemesi, onun seni tüm benliğiyle sevmediği anlamına gelmediğini öğretti. Herkes kendinde olan kadar sevebilirdi.
Gerçek dostluğun aşkın ve sevginin arada çok uzak mesafeler olsa bile büyüdüğünü, bir çınar gibi dal budak saldığını, gölgesinde nice sevgileri beslediğini öğretti. Aslolan sevgiyi öğrenmekti.İçinde barındırdıklarını özümsemekti. Balığın oltaya takılması gibi her yerde sevgiydi var olan. Biliyordu dünyayı güzellik kurtaracaktı bir insanı sevmekle başlayacaktı herşey...
Sevgiyle kalın. 6.03.2014
Gözlerimi uzaklara dikip bazen gökyüzünün maviliğinde kaybolurken bazen de bahara uyanan muhteşem doğaya tanıklık ederken buluyorum kendimi. Yine düşünmeden edemiyorum. Ne günler gelmiş geçmiş.Çocukluk yılları ayrı bir hezeyan, gençlik yılları bir ayrı devrim, şimdi ise bambaşka bir geçiş dönemi yaşıyorum. Aslında her dönüm noktasında yılanın kabuk değiştirişi gibi kanırta kanırta ben de kabuk değiştiriyorum. Meşhur sözümdü "Her şeyden herkesten nefret ediyorum." dediğim günleri hatırlıyorum da şimdi gülüyorum bu sözüme.Canım acıya acıya içimden bir ben daha çıkarmışım. Her umutsuzluk başka bir umudu doğurmuş. Arkama dönüp baktığımda yaşadıklarıma saçımdaki aklar, yüzümdeki çizgiler şahid olmuş.İki kaşımın arasındaki çizgiler de hayata bir zamanlar öfkemin simgesi olmuşlar.
Geçenlerde Elif Şafak'ın geçmiş bir yazısını okudum.
"Bana, ‘depresyondayım’ diyenlere ‘depresyon bir nimettir, öp de başına koy’ derim. Bunun bir basamak olduğunu düşünürüm." diyordu. Sevdim bu sözü ,depresyon insanın kendini yenilemesi için muhteşem bir fırsatmış. İtiraf ediyorum bu sözü okuduğumda kendimin farkına vardım. Ben iyiyim diyordum ama hayır değildim. Her an ağlamaya hazır ve her yalnız kaldığında ağlıyorsa insan ve ağlamak için sebep yaratıyorsa durmadan bunun adı depresyon değilde neydi? Depresyonumu seviyorum bana öğrettikleri ve öğretecekleri için. Hayata hem kırgınım, hem kızgınım ( demeye dilim varmıyor aslında, biraz yoruldum mola istiyorum ) ama yine de onu çok çook seviyorum. Bana çok değer katıyor çünkü. Öyle bir oynuyor ki çok acımasız. Çok canımı yakıyor. Olsun yılmadım yılmayacağım da...Kendim için en çokta sevdiklerim için yapmak istediklerimin peşinden koşmaya devam edeceğim. Hayat hepimize öğretiyor ,sanmayın sizi es geçiyor. Sadece öğrendiklerimiz farklı, deneyimlerimiz farklı ama inanın aynı yolun yolcusuyuz.
En sevdiklerinin en ihtiyaç duyduğun anda gidebileceklerini öğretti hayat bana. Demek önce kendimize güvenmek gerekti. Ayaklarımız yere sağlam basmalıydı.
İnsanlara zorla kendimizi sevdiremeyeceğimizi öğretti hayat. O halde yapacağın en doğru şey sevilebilecek biri olmaya çalışmaktı. Gerisi onlara kalmıştı.
İnsanları ne kadar düşünürsen düşün, onların seni o kadar da düşünmediklerini öğretti hayat bana. Kimseyi gereğinden fazla önemsememek, hakettiği kadar değer vermekti doğru olan.
Önemli olanın hayatımızdaki eşyaların değil, hayatımıza giren kişilerin olduğunu öğretti hayat. O halde doğru yolda olmak için doğru insanlarla olmak gerekti.
Güven elde edebilmek için yılların gerektiği ama yok etmek için saniyelerin bile yeterli olduğunu öğretti.Neydi burdan çıkarılacak hisse.Güvenini kazandığın insanların kıymetini bilmek ve gerektiğinde hataları için bir şans vermekti.
Bir arkadaşın ne kadar iyi olursa olsun seni üzebileceğini ve senin yine de onu affetmen gerektiğini öğretti. Bazen başkaları tarafından affedilmenin yetmediğini kendimizi de affetmek gerektiğini öğretti.
Kalbimiz ne kadar kırılırsa kırılsın dünya benim acılarımdan dolayı dönmeyi durdurmuyordu. Hayat devam ediyordu. Aynaya bakıp "yeni bir gün yeni bir umut" diyerek başlamaktı her yeni güne.
Sinirlendiğinde gerçekte buna değse bile asla acımasız olmamak gerektiğini öğretti. Aksi davrandığı her durumda kendi kendine zarar verdiğini gördü.Karşı gösterdiği her tepki etkiyi doğuruyordu.
Birisinin seni istediğin gibi sevmemesi, onun seni tüm benliğiyle sevmediği anlamına gelmediğini öğretti. Herkes kendinde olan kadar sevebilirdi.
Gerçek dostluğun aşkın ve sevginin arada çok uzak mesafeler olsa bile büyüdüğünü, bir çınar gibi dal budak saldığını, gölgesinde nice sevgileri beslediğini öğretti. Aslolan sevgiyi öğrenmekti.İçinde barındırdıklarını özümsemekti. Balığın oltaya takılması gibi her yerde sevgiydi var olan. Biliyordu dünyayı güzellik kurtaracaktı bir insanı sevmekle başlayacaktı herşey...
Sevgiyle kalın. 6.03.2014
1 Mart 2014 Cumartesi
TİRAMİSU'NUN TARİHÇESİ
TİRAMİSU'NUN İLGİNÇ TARİHÇESİ
Tiramisu hakkında bir araştırma yapmak istedim her nedense. Karşıma çıkan tarihi çok ilginçti. Oldukça eskiye dayanıyormuş.Ne tatlı ne tuzlu diyebileceğimiz kahve kokusunu içinize çekerek yiyebileceğiniz harika bir lezzet.
Efsaneye göre 17. yy sonunda Toscana ‘nın yüce dük ‘ü III. Cosimo Medici , bir kaç günlüğüne Siena’ya gelmesi ile başlar. Şehrin pastacıları , asaletlerini simgeleyecek yeni bir tatlıyı yüce dük ‘ ün onuruna yaratmaya karar verirler. Çok basit malzemeler ile yapılmış ve lezzetli bir tatlı olması, gösterişli olmasına önem vermişler; çünkü asillerin tatlıları çok sevdiklerini biliyorlarmış. “Tira mi su” bu şekilde yaratıldıktan sonra, yüce dükün onuruna " dükün çorbası" diye adlandırılmış . Dük, Sienalı pastacıların yeteneğini ve tatlının lezzetli tadını takdir ettiği için, tarifini yanında Floransa’ya götürür. Böylece “dükün çorbası” ünlenir ve düklüğün sınırlarını aşar. Hikaye der ki; saraylıların en çok rağbet ettiği tatlı olur ve “afrodizyak” özellikleri dile getirilir. Bundan dolayı “sevdalı” buluşmalardan önce büyük porsiyonlar ile tüketilmesi alışkanlık haline gelir. Bundan sonra da “dükün çorbası” adı değişir ve imalı bir isim olan “Tira mi su (beni yukarı çek)” adını alır.
Tiramisu hakkında bir araştırma yapmak istedim her nedense. Karşıma çıkan tarihi çok ilginçti. Oldukça eskiye dayanıyormuş.Ne tatlı ne tuzlu diyebileceğimiz kahve kokusunu içinize çekerek yiyebileceğiniz harika bir lezzet.
Efsaneye göre 17. yy sonunda Toscana ‘nın yüce dük ‘ü III. Cosimo Medici , bir kaç günlüğüne Siena’ya gelmesi ile başlar. Şehrin pastacıları , asaletlerini simgeleyecek yeni bir tatlıyı yüce dük ‘ ün onuruna yaratmaya karar verirler. Çok basit malzemeler ile yapılmış ve lezzetli bir tatlı olması, gösterişli olmasına önem vermişler; çünkü asillerin tatlıları çok sevdiklerini biliyorlarmış. “Tira mi su” bu şekilde yaratıldıktan sonra, yüce dükün onuruna " dükün çorbası" diye adlandırılmış . Dük, Sienalı pastacıların yeteneğini ve tatlının lezzetli tadını takdir ettiği için, tarifini yanında Floransa’ya götürür. Böylece “dükün çorbası” ünlenir ve düklüğün sınırlarını aşar. Hikaye der ki; saraylıların en çok rağbet ettiği tatlı olur ve “afrodizyak” özellikleri dile getirilir. Bundan dolayı “sevdalı” buluşmalardan önce büyük porsiyonlar ile tüketilmesi alışkanlık haline gelir. Bundan sonra da “dükün çorbası” adı değişir ve imalı bir isim olan “Tira mi su (beni yukarı çek)” adını alır.
TİRAMİSU |
TİRAMİSU ( KOLAY
USÜL)
KREMASININ MALZEMELERİ
4 su brd. süt
3/4 su brd. un ( bir bardaktan bir kaşık az )
1 su brd. şeker
1 adet yumurta
1 paket vanilya
1 paket labne peyniri
DİĞER MALZEMELER
Bir paket kedi dili bisküvi
Türk kahvesi,kakao, bir tatlı kaşığı neskafe , bir kaşık şeker(
bisküvileri ıslatmak için)
Damla çikolata
Tiramisuyu koymak için küçük kup bardaklar
YAPILIŞI: Sütü, unu, şekeri, yumurtayı karıştırarak
muhallebi kıvamında pişiriniz. Sonra vanilyayı ilave ediniz. Mikserle 7-8
dakika çırpınız. Homojen bir kıvam almasını istiyorsanız bu işlemi mutlaka
yapınız. Soğuduktan sonra labne peynirini ekleyiniz. Tekrar karıştırınız.
Sıra tiramisuyu kuplara yerleştirmeye geldi. İşin zevkli kısmı anlayacağınız. Önce bir bardak suyun
içine bir tatlı kaşığı neskafe ve şekeri ilave ederek karıştırın. Bu karışıma
kedi dili bisküvilerini batırıp çıkararak kuplara yerleştirin. Bisküviler suyu
çok çabuk çeker fazla çekmesine izin vermeyin. Bu defa hamur gibi olurlar. Bir
kat bisküvi üzerine krema, arasına damla çikolata ve onun üzerine tekrar bisküvi sonra krema ilave ederek
kuplar doldurulur.Bisküvileri ikiye bölersek kuplara daha iyi yerleşir. En son üzerine türk kahvesi ve kakao karışımı elenir. Küçük bir elekle bu işi yapıyorum. Bir kaç saat bekletilirse
çok güzel olur. İyice çekmiş ve kremanın kokusu tadı her yerine işlemiş olur. Ne tatlı ne tuzlu farklı bir tat diye düşünüyorum.İtalyanların meşhur tatlısı
Basit ama çok lezzetli bir tatlı diye düşünüyorum. Umarım
beğenirsiniz.
Afiyet olsun, ağzınızın tadı her daim sevgiyle dolsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)