22 Ocak 2014 Çarşamba

KORKU MU? SEVGİ Mİ ?



Şu iki kelime beni nerden nereye getirdi. Düşündükçe yazdım , yazdıkça sorguladım, sorguladıkça yeniden öğrendim. Duygularımızın ne kadar önemli olduğunu, aslında duygularımızın bizi yönettiğini, kontrol edebilmeyi öğrenmenin gerçek özgürlük olduğunu keşfetmek bana yeni bir kapı açtı. 

Duygularımız çok önemli , onların farkında olmak bizim bir adım önde olmamızı sağlar.

İnsanların düşüncelerini ya da davranışlarını etkileyen en önemli unsurlar duygularıdır. Duyguların başlangıcında ise ya sevgi vardır ya da korku. Kısacası temelinde iki duygu var diye düşünebiliriz. Diğer bütün duygular bu iki duygunun değişik türevleridir. Aslında aynı kaynaktan çıkan duyguların farklı şekillerde ifade edilmesidir.

Korku ; bize zarar veren, yanlış yapmamıza neden olan, bizi hapseden, daraltan, sınırlandıran, sıkan, engel olan, sürekli sömüren, amalara keşkelere mahkum eden, sahiplenen, daha saldırgan yapan, ön yargılı bakmamızı sağlayan, yıpratan, yoran, yalnızlaştıran, cesaretimizi kıran, kararsız, kaygılı ... vs. olmamızı sağlayan bütün negatif olumsuz duyguların kralıdır.

Sevgi ise; bizi iyileştiren, şefkatle sarıp sarmalayan, kucaklayan, güven veren, özgürleştiren, mutlu eden, rahatlatan, doğru olmamızı sağlayan, paylaşan, açık olan, genişleten, hoşgörülü, saygılı, şakacı, neşeli sadık, sevecen, iyilik sever ...vs. olmamızı sağlayan bütün olumlu duyguların kraliçesidir.

Korku sahip olduklarına sımsıkı yapışır, onları boğar. Sevgi sahip olduklarını paylaşır, bilir ki evrende hiç kimse hiç bir şeyin sahibi değildir.

Korku yakınlık ister olmazsa zorla şerle sahip olmak ister .... Sevgi yakınlığı sevecenlikle ister. Bilir ki aslında sadece gönülden gelen yakınlıktır gerçekte var olan.

Korku bırakmak istemez. Sevgi özgür bırakır. Ama asla vazgeçmez. Sevginin vazgeçemeyecek kadar özgür bırakmak olduğunu bilir.

Korku cesaretimizi kırar. Sevgi bağrına basar.

Korku enerjimizi her daim sömürür bir parazit gibi. Sevgi gücüne güç katar.Enerjisini bütün evrene yayar. Bilir ki bumerang gibi geri dönecektir.

Korku öfkeyi sever, hırçındır. Sevgi hoşgörüden yanadır.Şefkatlidir. Hoşgörünün ve şefkatin bütün kapıları açtığını bilir.

Korku hata yaptırır, kızgınlık doğası gereğidir. Sevgi affeder, bir kez daha şans verir. Yanlışların hesabını yapmaz. Bilir ki affeden yüreklerde sevgi yeşerir, can bulur.

Anlaşılıyor ki sevgiden kaynaklı düşünceleri seçtiğimizde yaşamı sürdürmek o kadar zevkli bir hale gelir ki onun da ötesine geçer insan yaşarken. Kazanmaktan başarmaktan daha öte bir gerçeklik boyutuna ulaşırız. Sadece bütün yapacağımız sevgide kalmayı istemek . Sevgide kaldıkça mutlu, özgür, huzurlu , cesur, neşeli, memnun, güvenilir, dost ya da saygı değer olmayı başarabiliriz. Korkuyu seçtiğimiz zaman ise neleri yaşamımıza çektiğimizi söylemek istemiyorum artık. Eğer kaygılı, öfkeli, hırçın, korkak, beceriksiz, sevimsiz, sabırsız, sıkıcı, itici, yetersiz ya da mutsuz bir insan olmayı arzuluyorsanız ne yapacağınızı biliyorsunuz. Korkuyu çağırdığınız anda etrafınızı sarıverirler.

Sevginin ürettikleri mi yoksa korkunun çağırdıkları mı? Seçim sizin.

Sevgiyi mi seçiyorsunuz?

İşte o zaman gerçekte kim olduğumuzun inanılmaz olağanüstü güzelliğini deneyimlemeyi seçeriz. Sevgide kalmayı öğrendikçe zenginleşir, çoğalırız, bir olduğumuzun, bütünün bir parçası olduğumuzun farkında oluruz. Kendimizi buluruz. Yaşam amacımızı keşfeder daha çok haz alarak ruhumuzu besler, özgürleştiririz. Bu hayattaki hepimizin ulaşacağı en yüksek zirveye ulaşırız. Varoluş sebebimizin özünün "sevgi" olduğunu düşünürsek eğer, sevgide kalmayı öğrenmek en büyük dersimiz olmalıdır.

Sevgiyle kalın.

23.01.2014

18 Ocak 2014 Cumartesi

ADAM OLMAK

Geçenlerde Çıtlık Dergisini okurken gözüme ilişen bir şiir oldu. Şiiri okuyunca üniversite yıllarıma geri döndüm birden. 20 küsür yıl önce okuduğum hatta kendi el yazımla şiir defterime yazdığımı hatırladım birden . O yıllarda bu şiiri nerdeyse ezberlemiştim. Her cümlesine ayrı bir gün düşünüp duracağın ve hayatını tek tek sorgulayacağın bir şiirdi bence. Beni çok etkileyen uzun süre üzerinde düşündüğüm bir şiir tekrar karşıma çıktı 20 küsür yıl sonra ... Adam olmuş muyum bilmiyorum ama hayatın bana acımasızca çok değer kattığı belli.
İşte bu şiiri sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum.

Eğer, çevrendekiler haksızcasına seni suçladıkları zaman; sen soğukkanlılığını koruyabilirsen,

Eğer, herkes senden kuşkulandığı halde onların kuşkularını hoşgörü ile karşılayabilir ve kendine güvenini yitirmezsen,

Eğer bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan yada senden nefret edenlere nefretle karşılık vermezsen ve gene de ne çok iyi görünmeye çalışır ne de çok akıllıca sözler söylemezsen,

Eğer hayaller kurabilir ama bu hayallerine tutsak olmazsan,

Eğer düşünebilir ama düşüncelerinin esiri olmazsan,

Eğer zafer ve felaketle yüz yüze gelir ve bu ikisini de aynı şekilde karşılayabilirsen,

Eğer söylediğin doğru sözlerin düzenbazlar tarafından değiştirilip kafası çalışmayan insanları aldatan bir tuzak haline getirilmezsen ve dayanabilirsen,
Yada hayatını adadığın şeylerin bir anda yıkılıvermesini seyredebilir ve oturup eskimiş aletlerle onları yeniden kurabilirsen,

Eğer bütün kazançlarını bir hamlede şansın kucağına atıp kurban edebilirsen ve sonra sil baştan başlayabilir ve yitirdiklerinden ötürü hiç yakınmazsan,

Eğer en kötümser halinde dahi yüreğini, sinirlerini ve enerjini yeniden seferber edebilir ve amacına ulaşmak için çabalayabilirsen ve sana kendi iradenden başka DAYAN diyecek hiç kimse yokken gene de dişini sıkmasını bilirsen,

Eğer cahillerle haşır neşir olduğun halde erdemlerini yada krallarla birlikte olduğun halde kibirlenerek sağduyunu yitirmezsen,

Eğer herkese değer verir ama gene de kimseye fazla güvenmemeyi öğrenmişsen,

İşte! o zaman dünya da içindeki her şeyde senindir;

Hatta daha da ötesinde... Oğlum sen adam olmuşsun demektir.

RUDYAN KİPLİNG

1 Ocak 2014 Çarşamba

YİNE YENİDEN

NİCE YILLARA SEVGİLİ DOSTLAR

Bir yılı daha devirdik. Ölümler, düğünler, doğumlar, başarılar, acılar, kederler, hüzünler, isyan, sevinçler, mutluluklar vs.. Kah acılara gark olarak kah sevinçlere boğularak yaşadık en güzelinden her duyguyu. 

Neresinden bakmak lazım hayatın diye düşünüyorum. Marifet her iki tarafını da görmesini bilmekten geçiyormuş. Çünkü her yaşadığı insana yeni bir değer katıyormuş. 2013 yılı benin için uğursuz bir sayı gibi gözükse de galiba öyle olmadı. Bu dünyadan erken ayrılmak isteyenler vardı. Yol verdi hayat onlara çekildiler usulca... Kalanlar her yaşadıklarından dersler çıkarıp gönül hanelerine koydular artılarını eksilerini ve yollana devam ediyorlar.

Bütün bildiklerimin ters yüz olduğu bir yıldı. Kafamın hayli karıştığı, beynimde düşüncelerin bir tilki gibi dönüp durduğu "Boşa koysam dolmadığı, doluya koysam almadığı" bir dönemdi.

Öyle hiç böbürlenmeye gelmiyormuş hayat,Ben bilirim deyip ahkâm kesmek hiç değilmiş.

Büyük konuşmaya gelmiyormuş. "Büyük lokmayı ye büyük laf etme" derler ya işte öyle bir şeymiş.

İnsan hep sevmediği neyse onunla terbiye ediliyormuş meğer . Düşmanın bile olsa sevmeye çalışmakmış asıl olan.

En kıymetli olanda ne ev ,ne araba, ne de paraymış. Zamanmış meğer kıymetli olan. Tutamıyormuşsun çünkü...

Hayat beklemeye gelmiyormuş. Ertelemeden yaşamak lazımmış hayatı.Bak nerdeyse bir yıl olacak evimden ocağımdan yurdumdan yüreğimden ayrılalı. Geri gelmeyecekse gözleri yatırıp ıraklara beklemenin anlamı yokmuş. Yeni uğraşlarda hayat bulmak gerekliymiş.

Bildiğini sandığın şeyleri aslında hiç bilmemekmiş. Koca bir yalanmış öğrendiğimizi sandığımız şeyler. Hayat bize tokadını attığında ters yüz oluveriyormuş her şey...Esas ondan sonra öğrenilenlermiş kalıcı olan...

İçinden geldiği gibi yaşamakmış "kim ne der"ine takılmadan." An"ı yaşamakmış en çılgınından.

İçindeki çocuğun sesini dinlemekmiş...

İllaki zıddıyla anlam buluyormuş her şey ve her ikisini de aynı şekilde karşılayabilmekmiş marifet. Ne çok üzülmek ne de çok sevinmekmiş.

Hiç bir şey sürekli aynı değilmiş her an değişiyormuş her şey ...o halde aynı kalmakta diretmemekmiş. Uyum sağlamakmış sürece...

İstemediğimiz durumlara katlanmak değil, sabretmesini öğrenmekmiş önemli olan...

En önemlisi de neymiş biliyor musunuz?

Sevmek! Emek vermek demekmiş. Emek vermek ise vazgeçemeyecek kadar özgür bırakmak demekmiş. Koşulsuzmuş. Keşkeleri, amaları yokmuş.Sadece severmiş seven.Sonunu düşünmeden sevilmeme ihtimaline rağmen...

2014 yılı gökkuşağının bütün renklerini getirsin. Yağmurun serinliğini, toprağın kokusunu, çimenlerin yeşilini, "Deniz"in mavisini , Güneş'in içimizi yakan kor ateşini getirsin. Baharın uyanan doğasını, kuşların, kuzuların seslerini, ırmakların çağıldayışlarını, dünyanın bütün renklerini önümüze sersin. İçmeden sarhoş etsin bizi.Yaptığımız yapacağımız her şeye "aşk" karışsın.

Ne varsa hayata dair girsin de çıkamasın içinden...Aşkla yeniden anlam bulsun her şey.Sevgi sarsın dört bir tarafımızı.

Aşk içimizde... Aşk bize dair olan her şeyde...

HAVVA UYAR

30 Aralık 2013 Pazartesi

DOĞUM VE ÖLÜM


YUKARIKADİ ZITLAŞIYOR BENİMLE YİNE...

Evet arkadaşlar yukarıdaki benimle illaki zıtlaşıyor. Ben diyorum teker teker gönder.İyice içime sindirebileyim. Acıysa deneyimleyeceğim doya doya... Sevinçse de yaşayacağım her şeyimle hissedip yaşayayım.Mutlu olayım, çığlık atayım, hoplayıp zıplayayım.

Kabul ediyorum, eyvallah senden gelen her şeye amennah. Ama e be güzel Allah'ım bu her iki duyguyu da birarada yaşatırsan bana benim bütün sistemlerim bozuluyor, şarteller atıyor. Motor çalışmaz oluyor, Durduk yerde gülerken ağlamaya başlıyorum.Musluklar açılıyor kapanmaz oluyor.

İşte, bana acıyı ve sevinci aynı günlerde yaşatan olayların biri doğum biri ölüm.

Biri aile dostumuz Melek ablanın abisinin vefat etmesi, diğeri uzun süredir doğumunu beklediğimiz bebeğimiz...Abimin bir oğlu oldu. Ben gerçekten ilk defa hala oldum. İlk defa yeğenimi doya doya sevme şansına sahip oluyorum. Bundan güzel bir olay olabilir mi? Abimlerin yüzlerindeki o mutluluğu izlemek o kadar güzeldi ki... Mustafa bebek o kadar şanslı ki... Şimdiden görebiliyorum, çok sevilerek büyüyecek bir bebek. Büyükanneler, teyzeler, dayılar, halalar, yeğenler ne kadar akraba varsa etrafında dört dönülüyor. Harika bir şey bu. Minik bebeğimiz bir an evvel sağlıkla analı babalı büyür inşallah.

Bu arada cenazemiz Mersin' de... Cumartesi düştük yollara... Gayet güzel bir yolculuk yapıyorduk. Mezitli'yi geçerken radara yakalanmışız. Hız sınırı 77km. imiş. Biz 80km. hızla gittiğimiz için 3km. farkla cezayı kesiverdiler gözümüzün yaşına bakmadan.

Yirmi yıllık şöförüm diyorum, hayatımda hiç ceza almadım diyorum. Olmuyor. Polisleri bir türlü ikna edemiyorum. Radara girdikten sonra mümkünü yokmuş. Neyse hayatımın ilk cezasını böylece almış oluyorum. Yolumuza devam ediyorum.

Mersine yaklaşıyoruz.Kırmızı ışıkta durduk. Yeşil yandı, gaza bastım, araç geri gidiyor. İnanamıyorum. Arkadaki araçlardan korna sesleri koro halinde. Ben bir kez daha gaza basıyorum, yine geri gidiyor. Eyvah! Eyvah! Araba kafayı yedi. ( haa.. bu arada benim araba otomatik vites, gaz fren ve geri vites var)

Arabadan iniyorum, elimi çaresizlik içinde yanlara devirmekten başka yapacağım bir şey yok, ama diğer araçlardakilerin yanımdan geçerken bana bir bakışları var. Sormayın ...

Kimisinin gözleri nerdeyse yuvalarından fırlayacak, el hareketleri sanki "Kadın başınla araba sürmek senin neyine" der gibi. Daha neler düşündüler kimbilir? Umurumda bile değil... Arkada annemle Cennet teyze panik halindeler."Kızım biz arabadan inelim bari." diyorlar.Trafiğin ortasında nereye inecekler.

Bana tuhaf bir şeyler oldu. Aslında çok canımın sıkılması gerek ama çok sakinim. Olabilir. Araç bozulur, yolda kalabilirim. El frenini çektim arabadan indim. O arada olayı farkedenler hemen" Neler oluyor?" diyerek geldiler, imdadıma yetiştiler.İki tamirci oracıkta aracı tekrar çalıştırıp denediler, olmuyor, araç geri gidiyor.Aracı boşa alıp yolun kenarına iterek çektiler.

İyi ki kasko vardı. Yol bakım servisini aradık, geldiler. Aracı servise götürdüler. Neyse ciddi bir durumu yokmuş. Ancak aracın vitesi karışmış.Kısacası aracın beyni sulanmış.

Araç bakıma verildiğinde biz cenaze evindeydik. Yine bir varmış bir yokmuş hikayesi. Geride kalan ise bırakabildiğimiz güzel anılar sadece...

Herkesin hayattan nasiplendiği neyse o kadar.

Yine ölümü sorgularken buluyorum kendimi.

Ölüm belki de bizi başka bir diyara götüren kapı. Mevlana'nın anlayışıyla bir kavuşma günü.Görünüşte baktığımızda bir ayrılık, bir acı, bir matem perdesi gibi açılan ölüm gerçekte bizi acılardan, fanilikten alıp esas evimize ocağımıza götüren bir araçtır kimbilir.

Dünyanın bir durak olduğunu, belli bir dönemden sonra bu duraktan ayrılacağımızı bilmek,ölümü o vakit bir anneye kavuşur gibi düşünmek, belki içimizi birazcık olsun hafifletir. Acılarımızı dayanılır kılar.Belki o zaman ölümü bir ayrılık değil de kavuşma olarak görebiliriz.

Bu dünyadan ayrılanlara sonsuz rahmet diliyorum.

Ertesi gün yeğenimin yanındayım. Kucağımda seviyorum. Bakmaya doyamıyorum. Her şeyi minicik...Minicik eller, minicik burun, minicik gözler.İki elimin içine sığıveriyor. Tutmaya korkuyorum. İpek gibi bir ten.Bebek kokusunu içime çekiyorum. Dokunmaya kıyamıyorum, sanki ellerim onu incitecek. Ben diyorum "Sultan'a benziyor, onlar diyor Adil'e" dünyanın en harika en şanslı bebeği. Şimdiden özledim bile...

Ayrılık vakti geliyor, vedalaşıyoruz. Aracımızla yine yollardayız. Annem yanımda bu defa öne oturtuyorum. Pek keyif alıyor öne oturmaktan.Sohbet ederek geliyoruz.Gelirken deniz manzaralı bir lokantada (canınız çekmesin) ızgara levrek yanında roka, salata ve kalamarıyla harika bir öğlen yemeği yiyerek yolculuğumuzu taçlandırıyoruz.

Annemi mutlu görmek beni çok keyiflendiriyor. Kaçamak bakışlarla onu izliyorum sık sık. Gözlerindeki ışıltı bana da geçiyor.

Her şeye rağmen hayat acısıyla da güzel yaşanmalı, tatlısıyla da güzel yaşanmalı. Başta sitem eder gibi gözüksem de senden gelen her şeye "Amennah, başım gözüm üstüne" diyorum.

Heeey Hayat! Duyuyor musun seni yine de çok seviyorum.


30.12.2013

26 Aralık 2013 Perşembe

ALIŞKANLIKLARIMIZ
Hiç düşündünüz mü alışkanlıklarımızın bizi yönetebileceğini ? Ya da net söyleyeyim yönettiğini ? Nedir alışkanlık?

Davranışlarımızın bir kaç tekrardan sonra düzenli ve sürekli hale gelmesi olayıdır diyebiliriz basitçe.

Alışkanlıklar iyidir de kötüdür de... ancak süreklilik arzederler.

Yapmaktan mutluluk duyarız,  keyif alırız,  eğer iyi bir alışkanlıksa

Değilse "lanet olsun , nerden alıştım, ah bir vazgeçebilsem" nidalarını ata ata devam ederiz yine yapmaya.

Alıştığımız her neyse yapmadığımız zaman eksikliğini duyarız  ya da kendimizi bir şeylerden yoksun hissederiz. Alışkanlık böyle bir şeydir...

Mesela  her gün ekmek almaya arabayla gitmektir.Sabah kalktığında  sigarayla günaydın demektir. Akşam olunca yemekte illaki bir kaç duble içki içmektir. Diş fırçalamaktır. Evden çıkarken muslukları, elektriği, ocağı kontrol etmektir.Düzenli kitap okumaktır. Spor yapmaktır.Çocuğunu her gün yatmadan önce iyi geceler dileyip öpmektir. İçkili araba kullanmamaktır. Sabahleyin uyanır uyanmaz bir fincan kahveyle güne başlamaktır.Her gün anneni aramaktır.Her gün eşine seni seviyorum demektir. Örnekleri çoğaltmak mümkün. 

Dikkat ederseniz sabah uyanışımızdan dışarıda geçirdiğimiz bütün saatlerde ve eve döndüğümüzde yatağa yatıp uykuya geçene kadar yaptıklarımızın çoğunluğunda alışkanlıklarımızı görebiliriz.

Alışkanlıklarımız  duygusal, fiziksel ve sosyal yönden bize rahatlık ve güven sağlar. İşte bunların arkasına sığınırız hep.

Alışkanlıklarımızdır bizi biz yapan...Hayatımızı anlamlı kılmanın bir yoludur.

Alışkanlık zehirli bir yılandır bana göre . Ayrıca iyi bir öğretmendir doğru kullanıldığında.

Kötü alışkanlıklarsa kazanılan...

Yavaş yavaş sinsi sinsi gelir yerleşir sana hiç sormadan. Önceleri çok masumdur, sevimlidir, tehlikesizdir. Zaman olur öyle bir duruma gelir ki bir akrep gibi sokar seni farkettirmeden. İyice yerleşir senin içine. Artık o vakitten sonra sensiz asla der. Sen istemesen bile. Bu noktadan sonra zordur alışkanlıklardan vazgeçmek.

 Mümkündür ama acı çekmeyi göze almak gereklidir.

 Acı var mı acı... o zaman değişebilirsin. 

Durumdan gerçekten rahatsız mısın, o zaman değiştirebilirsin.

Sabah kaltığında ilk işin sigara içmekse eğer, bir de su içmeyi dene ya da pencereyi açıp "Günaydın Türkiye" diyerek,şöyle bir derin nefes alarak da  başlayabilirsin güne.Hangisi seni sağlıklı kılar yada öldürür?

İyi bir sporcunun alışkanlıklarını düşünelim.Bunların başında düzenli egzersizler ve beslenme gelmez  mi?

Ya da iyi bir yazarın en büyük alışkanlığı... Sürekli okumak değil de nedir?

Mutlu olabilmenin alışkanlığı da her gün seni seviyorum diyebilmek ve her şeyde güzeli görebilmek değil midir?

Sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kanserden koruduğu bilimsel verilerle kanıtlanmış artık. Siz hâlâ "Atın ölümü arpadan olsun mu?" diyorsunuz.

İçkiyi ve bağımlılık yapan her türlü maddeyi saymıyorum bile...

Alışkanlığın seni vezir de eder rezil de...

Alışkanlıklarımız bize hizmet için varlar.Ne istersek onu yaparlar.

Güzel, doğru alışkanlıklar kazanmak dileğiyle...


22 Aralık 2013 Pazar

BUGÜN BİR HIRSIZLIK YAPTIM
Arkadaşlar sormayın...Bugün ben bir hırsızlık yaptım ama nasıl söyleyeceğim bilemiyorum. O kadar güzel bir gündü ki... Benim yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı. Ne mi yaptım? Felekten bir gün çaldım.  Hem de kışın ortasında pırıl pırıl mis gibi havasıyla Güneş'ini çaldım feleğin. Valla gelemeyenlere bir şey diyemiyorum. Ne yapalım şanslarına küssünler. Böyle bir hava hem de kış ortasında kaçmazdı.

Neyse gezimiz her zamanki gibi Çınaraltı'ndan başladı. Ermenek yoluna dönüş ve Kırkyalan Köyü'nden  sapılan yoldan ilerledi aracımız. Aracımızda 17 kişiyiz. Oldukça samimi, sıcak ve güzel bir ortam var. Harika... Böyle ortamlar az bulunur arkadaşlar. Bu tür ortamlarda herkes birbiriyle konuşur ve konuştukları da dinlenir. Bugün hava güzel olur mu? diyenlere Nihat hocam hemen cevabı yapıştırıyor."Ben yukarıyla sözleşme yaptım. Bugün hava güzel olacak." diyor. Gerçektende hava miiss. Deriiiin deriiiin nefesler alıp veriyorum. 

Mucuk'a varmadan Çiftçiler'e dönen yola sapıyoruz. Yüksek tepede araç bizi bırakıyor. Yürüyüşümüz başlıyor. İlk olarak ısınma hareketlerini yapıyoruz. Bir halka oluşturuyoruz, ortaya geçip ısınma hareketlerini yaptırıyorum. Irmak boyunca yürümeye başlıyoruz. Herkes iyi ki gelmişiz diyor. Manzarayı arada içimize çekerek, arada fotoğraflarla  da destekleyerek  ilerliyoruz. "Çay illede çay"  diyorduk ya gezilerimizde...Valla bu defa çaya doyurdular bizi. Her durağımızda nerdeyse hep çay içtik.

 İlk durağımız çok güzeldi. Bir tepenin üzerine kurulmuş dört köşe bir ev. İkinci katı da yapılıyor ama henüz daha yarım.Yalnız ama heybetli bir ev diye düşündüm.Etrafında bir tane ev yok.Girişte kocaman bir balkon var.Göksu ırmağına bakıyor. Alabildiğine kayısı bahçeleri var. Bahar mevsiminde oranın güzelliğini hayal edemiyorum yada güz mevsiminde nasıldır acaba sararan yaprakların armonisi. Ağaçlar kışlıklarını giymesine rağmen güzeldi gerisini düşünemiyorum işte... Kedisi, köpeği, tavuklarıyla, ağaçlardaki ilginç kuş yuvalarıyla çok hoştu.

 Ev ahalisi doğayı ve hayvanları çok seviyor olacak ki kedileri için arı kovanından bozma bir yuva yapmışlar. Hele kuşlar için su kabağından yaptıkları yuvaya hasta oldum. İrice uysal bir köpekleri vardı.İyice uyuşmuş belli ki o da keyfini çıkarıyordu Güneş'in...  Sonra değişik taşlar fosillerle evin balkonunda değişik dekorlar oluşturmuşlar. Lavaboyu bile özgün bir tasarımla süslemişler. Çok ilginç kendine özgü yaşayan farklı bir evdi. Evin daha tamamlanmayan bir sürü yeri vardı ama ona rağmen çok orjinal bir evdi. Ev tamamen bittiğinde orayı tekrar görmek isterim.

Bu kadar anlattığım evin kime ait olduğunu söylemezsem ayıp olur herhalde. Ev sahibinin kendisini göremedik ancak kızı ve hanımı ile tanışabildik ancak ... Ev Mehmet Çiftçiler'e aitmiş.  İşte biz böyle Göksu manzaralı evde hazırlanmış çaylarımızı güzel bir sohbet eşliğinde içtik.Bir gözümüz akıp giden Göksü nehrindeydi hep.

 Bir an öyle bir yerde benim de evim olmalı diye düşündüm. Arada her şeyden herkesten kaçmak istediğinde gidecek böyle bir evi olmalı insanın. Ne dersiniz? Fena olmaz değil mi?

Evet... İkinci durağımız da Göksu nehrine tepeden bakıyorduk yine. Öğlen yemeklerimizi burada beraberce paylaşarak yedik. Nihat hocam bize acı siyah zeytini yedirdi ya diyeceğim bir şey yok. Allayıp pullayıp dalından yeni kopardığı zeytini sanki "Bu çok değişik bir zeytin, herkes bunun bir tadına baksın." dedi bizde yuttuk zokayı. Ağzına alan "Bu zeytin daha olmamış acı."  demez mi. Tabi ki  olmamış.Ah Nihat hocam! Dalından kopmuş acı siyah zeytini yedirdin ya bizlere, alacağın olsun.

Güzel keyifli sohbetlerin arkası gelmiyor bir türlü ama yolumuz daha uzun düştük yollara. Yol boyunca Çiftçiler, Irmaklı ardından Köselerli' ye geliyoruz. Karşılaştığımız köylülerle  merhabalaşıp kiminin elini sıkıyoruz, kiminin sofrasına konuk oluyoruz, kiminin derdini dinliyoruz. Gerçekten memleketimi seviyorum. İnsanları samimi ve sıcak kanlı...Son durak Mahmut Çetin'in yeğeninin evi... Orada da çay faslı var, doya doya hem de... Çayıma küçük bir limon dilimi bile koyabiliyorum. Süper...

Gezimiz araçlarımıza binip koltuklarımıza uzandığımızda bitiyor aslında. Güzel, tatlı bir yorgunluk.

Hayata dair...

İşte!  güzel bir fotoğraf daha belleklere kazınan... Belkide torunlara anlatılan yada dost sohbetlerinde bire bin katarak dillendirilen...


HAVVA UYAR

19 Aralık 2013 Perşembe

ISLAK KEK

     Şimdide paylaşmayı istediğim tarif "ISLAK KEK" yada "AĞLAYAN KEK"  de deniyor. Deniz geldiğinde yapmıştım. "Oooo çok güzel olmuş,ellerine sağlık anne."  diye diye yemesi beni gaza getirdi  yine bu tarifte paylaşılmalı diye düşündüm. Gerçi internette istemediğin kadar tarif var ama bu benin deneyipte gerçekten memnun kaldığım tariflerden ...

MALZEMELER
4 yumurta
4 kahve fincanı şeker ( orta boy bir kahve fincanı)
4 kahve fincanı un
1,5 kahve fincanı süt ( ılık olsun, kekin içine )
1 paket vanilya, 1 paket kabartma tozu  ( ikisini de unla birlikte ele)
2 yemek kaşığı kakao
Kekin üzerine dökmek için 1,5 su brd süt.


Sosu için;
1 çorba kaşığı un. ( silme )
2   "          "    nişasta      "
3    "       "   kakao
 1/2 su brd. toz şeker
1 su brd. süt.
1 su brd.su
ceviz büyüklüğünde margarin
2 yada 3 parça bitter çikolata.

HAZIRLANIŞI
Yumurta ve şekeri iyice köpürünceye kadar 10 dakika mikserde çırp.

Sütü ekle,  yavaş yavaş kakao ve unla birlikte elenen vanilya ve kabartma tozunu ilave et.

Yağlanmış orta boy bir tepsiye keki dök. Her yerine eşit bir şekilde yay.

Önceden ısıtılmış fırında 180 derecede  35-40 dakika pişir.

Piştikten sonra fırından çıkar ve 1,5 brd. sütü dök.

Sosunu hazırla sıcak sıcak kekin üzerine boşalt. Bir saat beklenmesini tavsiye ederim. İyice sosuda içine işler. Daha güzel olur.

Sosun hazırlanışı: Bütün malzemeleri karıştır. Ocağın üzerine koyup pişir. Sürekli karıştırmayı ihmal etme çok çabuk koyulaşıyor. Göz göz olunca ocaktan indir ve kekin üzerine dök. 

Not: Hazır sosta kullanabilirsiniz. Tercihinize bağlı. Ancak ben bu sosu çok seviyorum. Profiterolde de bu sosu kullanıyorum. Harika oluyor.

     KEK YAPARKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN NOKTALAR

  • Fırın sıcak olmalı ve ilk 20 dakika hiç açılmamalı. Mümkünse pişinceye kadar da açılmasın derim bana sorarsanız.
  • Kullandığınız yumurta oda sıcaklığında olmalı. Ben yumurta ile şekeri benmari usulu çırptığım kabın altına sıcak su koyarak çırparım. Öyle olduğu zaman yumurta ve şeker daha bir kabarır. 10 dakika çırpmak önemli çünkü keki asıl kabartan kabartma tozu değil bence yumurtadır.
  • Yumurta ve şekeri çırptıktan sonraki işlemleri tamamen elimle yapıyorum. Sütünü yağını ve ununu elimle karıştırıyorum. Böyle yapıldığı zaman yumurtanın kabarıklığını muhafaza ediyor. Kek muhteşem oluyor. Deneyin farkı göreceksiniz.
  • Un konusunda ise yumurtanın büyük veya küçük olması ölçüyü etkiler. O yüzden kek ne çok cıvık olmalı ne de katı olmalı akışkan ama biraz ağır akmalı. Neyse bu kadar detay fazla diyorsanız hemen kapatıyorum çenemi..
  • Umarım memnun kalırsınız.  Güzel tatlarda buluşmak dileğiyle.Sevgiyle kalın.