Bugün de şunu farkettim.
Sanki sevmediğimiz şeylerle
sınanıyoruz gibi bazen. Bir deyim vardır."Sevilmedik ot, burnunun dibinde
biter. " diye. Bu deyim nereden çıkmıştır acaba. İnsan sevmediği neyse onu
da sevebilmeyi öğrenmek zorunda mı? Ya da neden sevmeyi öğrenmek zorunda. "Yaradanı sevmeli, yaratandan
ötürü" bu lafı çok sevmişimdir. Her işime de bu mantıkla yaklaşmışımdır. Her
şey de sevgiyi bulmaya çalışmışımdır. Ama bazen şunu hiç sevmiyorum deriz.
Gerçektende sevmediğimiz şey hiç istemediğimiz anda karşımıza çıkar. O noktada
kişiliğimizde, değişmesi ve gelişmesi gereken
bazı noktalar olduğunu düşünmeye başladım son zamanlarda. Mesela birisini
görürüz "Aman ne mıymıntı, hiç sevmem böyle tipleri" deriz.Tam da böyle birisiyle birlikte olmak zorunda
kalırız. Bakarsın arkadaş da oluruz yada
biraz abartırsam eğer böyle birisiyle evleniriz de. Garip değil mi?
Ben mesela, ne yalan söyleyeyim Adana' yı hiç
sevmem. Eskiden de sevmezdim, şimdi de sevmem. Eskiden o cehennem sıcağı yok mu
Adana'nın , o vakit abimin evlendiğinde evini yerleştirmeye gitmiştik. Ordan
bilirim. "Bu şehirde yaşanmaz demiştim." Şimdi de "Can"ımı
orada kaybettim. "Bir daha gelmem bu şehre dedim." Ne iştir
anlamıyorum. Bu hayat bana tükürdüğümü yalatıyor. Sakın büyük konuşmayın. "İki
susun bir konuşun" derim de başka bir şey demem artık...
Oğlumu Çağ üniversitesi Hukuk
Fakültesi bölümüne yerleştiriyorum hayırlısıyla.Adana'da kalacağa benziyor. Gel
de gitme..Abim ikinci evliliğini yaptı. Yeni bebekleri olacak. İlk defa sahiden
hala oluyorum. İlk defa abimin evinde kalabilmenin huzurunu duyuyorum.Bu çok
güzel bir duygu. Hadi gitme. En sevdiğim
insanlar orda. Artık beş yıl boyunca
Adana benim mecburiyetim. Peki ! Neden
insan sevmedikleriyle terbiye edilirler?
Söz, artık büyük konuşmayacağım,
dilimi eşek arısı soksun. Tamam bundan sonra Adana'yı seviyorum, anlaştık mı?
H.UYAR