30 Aralık 2013 Pazartesi

DOĞUM VE ÖLÜM


YUKARIKADİ ZITLAŞIYOR BENİMLE YİNE...

Evet arkadaşlar yukarıdaki benimle illaki zıtlaşıyor. Ben diyorum teker teker gönder.İyice içime sindirebileyim. Acıysa deneyimleyeceğim doya doya... Sevinçse de yaşayacağım her şeyimle hissedip yaşayayım.Mutlu olayım, çığlık atayım, hoplayıp zıplayayım.

Kabul ediyorum, eyvallah senden gelen her şeye amennah. Ama e be güzel Allah'ım bu her iki duyguyu da birarada yaşatırsan bana benim bütün sistemlerim bozuluyor, şarteller atıyor. Motor çalışmaz oluyor, Durduk yerde gülerken ağlamaya başlıyorum.Musluklar açılıyor kapanmaz oluyor.

İşte, bana acıyı ve sevinci aynı günlerde yaşatan olayların biri doğum biri ölüm.

Biri aile dostumuz Melek ablanın abisinin vefat etmesi, diğeri uzun süredir doğumunu beklediğimiz bebeğimiz...Abimin bir oğlu oldu. Ben gerçekten ilk defa hala oldum. İlk defa yeğenimi doya doya sevme şansına sahip oluyorum. Bundan güzel bir olay olabilir mi? Abimlerin yüzlerindeki o mutluluğu izlemek o kadar güzeldi ki... Mustafa bebek o kadar şanslı ki... Şimdiden görebiliyorum, çok sevilerek büyüyecek bir bebek. Büyükanneler, teyzeler, dayılar, halalar, yeğenler ne kadar akraba varsa etrafında dört dönülüyor. Harika bir şey bu. Minik bebeğimiz bir an evvel sağlıkla analı babalı büyür inşallah.

Bu arada cenazemiz Mersin' de... Cumartesi düştük yollara... Gayet güzel bir yolculuk yapıyorduk. Mezitli'yi geçerken radara yakalanmışız. Hız sınırı 77km. imiş. Biz 80km. hızla gittiğimiz için 3km. farkla cezayı kesiverdiler gözümüzün yaşına bakmadan.

Yirmi yıllık şöförüm diyorum, hayatımda hiç ceza almadım diyorum. Olmuyor. Polisleri bir türlü ikna edemiyorum. Radara girdikten sonra mümkünü yokmuş. Neyse hayatımın ilk cezasını böylece almış oluyorum. Yolumuza devam ediyorum.

Mersine yaklaşıyoruz.Kırmızı ışıkta durduk. Yeşil yandı, gaza bastım, araç geri gidiyor. İnanamıyorum. Arkadaki araçlardan korna sesleri koro halinde. Ben bir kez daha gaza basıyorum, yine geri gidiyor. Eyvah! Eyvah! Araba kafayı yedi. ( haa.. bu arada benim araba otomatik vites, gaz fren ve geri vites var)

Arabadan iniyorum, elimi çaresizlik içinde yanlara devirmekten başka yapacağım bir şey yok, ama diğer araçlardakilerin yanımdan geçerken bana bir bakışları var. Sormayın ...

Kimisinin gözleri nerdeyse yuvalarından fırlayacak, el hareketleri sanki "Kadın başınla araba sürmek senin neyine" der gibi. Daha neler düşündüler kimbilir? Umurumda bile değil... Arkada annemle Cennet teyze panik halindeler."Kızım biz arabadan inelim bari." diyorlar.Trafiğin ortasında nereye inecekler.

Bana tuhaf bir şeyler oldu. Aslında çok canımın sıkılması gerek ama çok sakinim. Olabilir. Araç bozulur, yolda kalabilirim. El frenini çektim arabadan indim. O arada olayı farkedenler hemen" Neler oluyor?" diyerek geldiler, imdadıma yetiştiler.İki tamirci oracıkta aracı tekrar çalıştırıp denediler, olmuyor, araç geri gidiyor.Aracı boşa alıp yolun kenarına iterek çektiler.

İyi ki kasko vardı. Yol bakım servisini aradık, geldiler. Aracı servise götürdüler. Neyse ciddi bir durumu yokmuş. Ancak aracın vitesi karışmış.Kısacası aracın beyni sulanmış.

Araç bakıma verildiğinde biz cenaze evindeydik. Yine bir varmış bir yokmuş hikayesi. Geride kalan ise bırakabildiğimiz güzel anılar sadece...

Herkesin hayattan nasiplendiği neyse o kadar.

Yine ölümü sorgularken buluyorum kendimi.

Ölüm belki de bizi başka bir diyara götüren kapı. Mevlana'nın anlayışıyla bir kavuşma günü.Görünüşte baktığımızda bir ayrılık, bir acı, bir matem perdesi gibi açılan ölüm gerçekte bizi acılardan, fanilikten alıp esas evimize ocağımıza götüren bir araçtır kimbilir.

Dünyanın bir durak olduğunu, belli bir dönemden sonra bu duraktan ayrılacağımızı bilmek,ölümü o vakit bir anneye kavuşur gibi düşünmek, belki içimizi birazcık olsun hafifletir. Acılarımızı dayanılır kılar.Belki o zaman ölümü bir ayrılık değil de kavuşma olarak görebiliriz.

Bu dünyadan ayrılanlara sonsuz rahmet diliyorum.

Ertesi gün yeğenimin yanındayım. Kucağımda seviyorum. Bakmaya doyamıyorum. Her şeyi minicik...Minicik eller, minicik burun, minicik gözler.İki elimin içine sığıveriyor. Tutmaya korkuyorum. İpek gibi bir ten.Bebek kokusunu içime çekiyorum. Dokunmaya kıyamıyorum, sanki ellerim onu incitecek. Ben diyorum "Sultan'a benziyor, onlar diyor Adil'e" dünyanın en harika en şanslı bebeği. Şimdiden özledim bile...

Ayrılık vakti geliyor, vedalaşıyoruz. Aracımızla yine yollardayız. Annem yanımda bu defa öne oturtuyorum. Pek keyif alıyor öne oturmaktan.Sohbet ederek geliyoruz.Gelirken deniz manzaralı bir lokantada (canınız çekmesin) ızgara levrek yanında roka, salata ve kalamarıyla harika bir öğlen yemeği yiyerek yolculuğumuzu taçlandırıyoruz.

Annemi mutlu görmek beni çok keyiflendiriyor. Kaçamak bakışlarla onu izliyorum sık sık. Gözlerindeki ışıltı bana da geçiyor.

Her şeye rağmen hayat acısıyla da güzel yaşanmalı, tatlısıyla da güzel yaşanmalı. Başta sitem eder gibi gözüksem de senden gelen her şeye "Amennah, başım gözüm üstüne" diyorum.

Heeey Hayat! Duyuyor musun seni yine de çok seviyorum.


30.12.2013

26 Aralık 2013 Perşembe

ALIŞKANLIKLARIMIZ
Hiç düşündünüz mü alışkanlıklarımızın bizi yönetebileceğini ? Ya da net söyleyeyim yönettiğini ? Nedir alışkanlık?

Davranışlarımızın bir kaç tekrardan sonra düzenli ve sürekli hale gelmesi olayıdır diyebiliriz basitçe.

Alışkanlıklar iyidir de kötüdür de... ancak süreklilik arzederler.

Yapmaktan mutluluk duyarız,  keyif alırız,  eğer iyi bir alışkanlıksa

Değilse "lanet olsun , nerden alıştım, ah bir vazgeçebilsem" nidalarını ata ata devam ederiz yine yapmaya.

Alıştığımız her neyse yapmadığımız zaman eksikliğini duyarız  ya da kendimizi bir şeylerden yoksun hissederiz. Alışkanlık böyle bir şeydir...

Mesela  her gün ekmek almaya arabayla gitmektir.Sabah kalktığında  sigarayla günaydın demektir. Akşam olunca yemekte illaki bir kaç duble içki içmektir. Diş fırçalamaktır. Evden çıkarken muslukları, elektriği, ocağı kontrol etmektir.Düzenli kitap okumaktır. Spor yapmaktır.Çocuğunu her gün yatmadan önce iyi geceler dileyip öpmektir. İçkili araba kullanmamaktır. Sabahleyin uyanır uyanmaz bir fincan kahveyle güne başlamaktır.Her gün anneni aramaktır.Her gün eşine seni seviyorum demektir. Örnekleri çoğaltmak mümkün. 

Dikkat ederseniz sabah uyanışımızdan dışarıda geçirdiğimiz bütün saatlerde ve eve döndüğümüzde yatağa yatıp uykuya geçene kadar yaptıklarımızın çoğunluğunda alışkanlıklarımızı görebiliriz.

Alışkanlıklarımız  duygusal, fiziksel ve sosyal yönden bize rahatlık ve güven sağlar. İşte bunların arkasına sığınırız hep.

Alışkanlıklarımızdır bizi biz yapan...Hayatımızı anlamlı kılmanın bir yoludur.

Alışkanlık zehirli bir yılandır bana göre . Ayrıca iyi bir öğretmendir doğru kullanıldığında.

Kötü alışkanlıklarsa kazanılan...

Yavaş yavaş sinsi sinsi gelir yerleşir sana hiç sormadan. Önceleri çok masumdur, sevimlidir, tehlikesizdir. Zaman olur öyle bir duruma gelir ki bir akrep gibi sokar seni farkettirmeden. İyice yerleşir senin içine. Artık o vakitten sonra sensiz asla der. Sen istemesen bile. Bu noktadan sonra zordur alışkanlıklardan vazgeçmek.

 Mümkündür ama acı çekmeyi göze almak gereklidir.

 Acı var mı acı... o zaman değişebilirsin. 

Durumdan gerçekten rahatsız mısın, o zaman değiştirebilirsin.

Sabah kaltığında ilk işin sigara içmekse eğer, bir de su içmeyi dene ya da pencereyi açıp "Günaydın Türkiye" diyerek,şöyle bir derin nefes alarak da  başlayabilirsin güne.Hangisi seni sağlıklı kılar yada öldürür?

İyi bir sporcunun alışkanlıklarını düşünelim.Bunların başında düzenli egzersizler ve beslenme gelmez  mi?

Ya da iyi bir yazarın en büyük alışkanlığı... Sürekli okumak değil de nedir?

Mutlu olabilmenin alışkanlığı da her gün seni seviyorum diyebilmek ve her şeyde güzeli görebilmek değil midir?

Sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kanserden koruduğu bilimsel verilerle kanıtlanmış artık. Siz hâlâ "Atın ölümü arpadan olsun mu?" diyorsunuz.

İçkiyi ve bağımlılık yapan her türlü maddeyi saymıyorum bile...

Alışkanlığın seni vezir de eder rezil de...

Alışkanlıklarımız bize hizmet için varlar.Ne istersek onu yaparlar.

Güzel, doğru alışkanlıklar kazanmak dileğiyle...


22 Aralık 2013 Pazar

BUGÜN BİR HIRSIZLIK YAPTIM
Arkadaşlar sormayın...Bugün ben bir hırsızlık yaptım ama nasıl söyleyeceğim bilemiyorum. O kadar güzel bir gündü ki... Benim yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı. Ne mi yaptım? Felekten bir gün çaldım.  Hem de kışın ortasında pırıl pırıl mis gibi havasıyla Güneş'ini çaldım feleğin. Valla gelemeyenlere bir şey diyemiyorum. Ne yapalım şanslarına küssünler. Böyle bir hava hem de kış ortasında kaçmazdı.

Neyse gezimiz her zamanki gibi Çınaraltı'ndan başladı. Ermenek yoluna dönüş ve Kırkyalan Köyü'nden  sapılan yoldan ilerledi aracımız. Aracımızda 17 kişiyiz. Oldukça samimi, sıcak ve güzel bir ortam var. Harika... Böyle ortamlar az bulunur arkadaşlar. Bu tür ortamlarda herkes birbiriyle konuşur ve konuştukları da dinlenir. Bugün hava güzel olur mu? diyenlere Nihat hocam hemen cevabı yapıştırıyor."Ben yukarıyla sözleşme yaptım. Bugün hava güzel olacak." diyor. Gerçektende hava miiss. Deriiiin deriiiin nefesler alıp veriyorum. 

Mucuk'a varmadan Çiftçiler'e dönen yola sapıyoruz. Yüksek tepede araç bizi bırakıyor. Yürüyüşümüz başlıyor. İlk olarak ısınma hareketlerini yapıyoruz. Bir halka oluşturuyoruz, ortaya geçip ısınma hareketlerini yaptırıyorum. Irmak boyunca yürümeye başlıyoruz. Herkes iyi ki gelmişiz diyor. Manzarayı arada içimize çekerek, arada fotoğraflarla  da destekleyerek  ilerliyoruz. "Çay illede çay"  diyorduk ya gezilerimizde...Valla bu defa çaya doyurdular bizi. Her durağımızda nerdeyse hep çay içtik.

 İlk durağımız çok güzeldi. Bir tepenin üzerine kurulmuş dört köşe bir ev. İkinci katı da yapılıyor ama henüz daha yarım.Yalnız ama heybetli bir ev diye düşündüm.Etrafında bir tane ev yok.Girişte kocaman bir balkon var.Göksu ırmağına bakıyor. Alabildiğine kayısı bahçeleri var. Bahar mevsiminde oranın güzelliğini hayal edemiyorum yada güz mevsiminde nasıldır acaba sararan yaprakların armonisi. Ağaçlar kışlıklarını giymesine rağmen güzeldi gerisini düşünemiyorum işte... Kedisi, köpeği, tavuklarıyla, ağaçlardaki ilginç kuş yuvalarıyla çok hoştu.

 Ev ahalisi doğayı ve hayvanları çok seviyor olacak ki kedileri için arı kovanından bozma bir yuva yapmışlar. Hele kuşlar için su kabağından yaptıkları yuvaya hasta oldum. İrice uysal bir köpekleri vardı.İyice uyuşmuş belli ki o da keyfini çıkarıyordu Güneş'in...  Sonra değişik taşlar fosillerle evin balkonunda değişik dekorlar oluşturmuşlar. Lavaboyu bile özgün bir tasarımla süslemişler. Çok ilginç kendine özgü yaşayan farklı bir evdi. Evin daha tamamlanmayan bir sürü yeri vardı ama ona rağmen çok orjinal bir evdi. Ev tamamen bittiğinde orayı tekrar görmek isterim.

Bu kadar anlattığım evin kime ait olduğunu söylemezsem ayıp olur herhalde. Ev sahibinin kendisini göremedik ancak kızı ve hanımı ile tanışabildik ancak ... Ev Mehmet Çiftçiler'e aitmiş.  İşte biz böyle Göksu manzaralı evde hazırlanmış çaylarımızı güzel bir sohbet eşliğinde içtik.Bir gözümüz akıp giden Göksü nehrindeydi hep.

 Bir an öyle bir yerde benim de evim olmalı diye düşündüm. Arada her şeyden herkesten kaçmak istediğinde gidecek böyle bir evi olmalı insanın. Ne dersiniz? Fena olmaz değil mi?

Evet... İkinci durağımız da Göksu nehrine tepeden bakıyorduk yine. Öğlen yemeklerimizi burada beraberce paylaşarak yedik. Nihat hocam bize acı siyah zeytini yedirdi ya diyeceğim bir şey yok. Allayıp pullayıp dalından yeni kopardığı zeytini sanki "Bu çok değişik bir zeytin, herkes bunun bir tadına baksın." dedi bizde yuttuk zokayı. Ağzına alan "Bu zeytin daha olmamış acı."  demez mi. Tabi ki  olmamış.Ah Nihat hocam! Dalından kopmuş acı siyah zeytini yedirdin ya bizlere, alacağın olsun.

Güzel keyifli sohbetlerin arkası gelmiyor bir türlü ama yolumuz daha uzun düştük yollara. Yol boyunca Çiftçiler, Irmaklı ardından Köselerli' ye geliyoruz. Karşılaştığımız köylülerle  merhabalaşıp kiminin elini sıkıyoruz, kiminin sofrasına konuk oluyoruz, kiminin derdini dinliyoruz. Gerçekten memleketimi seviyorum. İnsanları samimi ve sıcak kanlı...Son durak Mahmut Çetin'in yeğeninin evi... Orada da çay faslı var, doya doya hem de... Çayıma küçük bir limon dilimi bile koyabiliyorum. Süper...

Gezimiz araçlarımıza binip koltuklarımıza uzandığımızda bitiyor aslında. Güzel, tatlı bir yorgunluk.

Hayata dair...

İşte!  güzel bir fotoğraf daha belleklere kazınan... Belkide torunlara anlatılan yada dost sohbetlerinde bire bin katarak dillendirilen...


HAVVA UYAR

19 Aralık 2013 Perşembe

ISLAK KEK

     Şimdide paylaşmayı istediğim tarif "ISLAK KEK" yada "AĞLAYAN KEK"  de deniyor. Deniz geldiğinde yapmıştım. "Oooo çok güzel olmuş,ellerine sağlık anne."  diye diye yemesi beni gaza getirdi  yine bu tarifte paylaşılmalı diye düşündüm. Gerçi internette istemediğin kadar tarif var ama bu benin deneyipte gerçekten memnun kaldığım tariflerden ...

MALZEMELER
4 yumurta
4 kahve fincanı şeker ( orta boy bir kahve fincanı)
4 kahve fincanı un
1,5 kahve fincanı süt ( ılık olsun, kekin içine )
1 paket vanilya, 1 paket kabartma tozu  ( ikisini de unla birlikte ele)
2 yemek kaşığı kakao
Kekin üzerine dökmek için 1,5 su brd süt.


Sosu için;
1 çorba kaşığı un. ( silme )
2   "          "    nişasta      "
3    "       "   kakao
 1/2 su brd. toz şeker
1 su brd. süt.
1 su brd.su
ceviz büyüklüğünde margarin
2 yada 3 parça bitter çikolata.

HAZIRLANIŞI
Yumurta ve şekeri iyice köpürünceye kadar 10 dakika mikserde çırp.

Sütü ekle,  yavaş yavaş kakao ve unla birlikte elenen vanilya ve kabartma tozunu ilave et.

Yağlanmış orta boy bir tepsiye keki dök. Her yerine eşit bir şekilde yay.

Önceden ısıtılmış fırında 180 derecede  35-40 dakika pişir.

Piştikten sonra fırından çıkar ve 1,5 brd. sütü dök.

Sosunu hazırla sıcak sıcak kekin üzerine boşalt. Bir saat beklenmesini tavsiye ederim. İyice sosuda içine işler. Daha güzel olur.

Sosun hazırlanışı: Bütün malzemeleri karıştır. Ocağın üzerine koyup pişir. Sürekli karıştırmayı ihmal etme çok çabuk koyulaşıyor. Göz göz olunca ocaktan indir ve kekin üzerine dök. 

Not: Hazır sosta kullanabilirsiniz. Tercihinize bağlı. Ancak ben bu sosu çok seviyorum. Profiterolde de bu sosu kullanıyorum. Harika oluyor.

     KEK YAPARKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN NOKTALAR

  • Fırın sıcak olmalı ve ilk 20 dakika hiç açılmamalı. Mümkünse pişinceye kadar da açılmasın derim bana sorarsanız.
  • Kullandığınız yumurta oda sıcaklığında olmalı. Ben yumurta ile şekeri benmari usulu çırptığım kabın altına sıcak su koyarak çırparım. Öyle olduğu zaman yumurta ve şeker daha bir kabarır. 10 dakika çırpmak önemli çünkü keki asıl kabartan kabartma tozu değil bence yumurtadır.
  • Yumurta ve şekeri çırptıktan sonraki işlemleri tamamen elimle yapıyorum. Sütünü yağını ve ununu elimle karıştırıyorum. Böyle yapıldığı zaman yumurtanın kabarıklığını muhafaza ediyor. Kek muhteşem oluyor. Deneyin farkı göreceksiniz.
  • Un konusunda ise yumurtanın büyük veya küçük olması ölçüyü etkiler. O yüzden kek ne çok cıvık olmalı ne de katı olmalı akışkan ama biraz ağır akmalı. Neyse bu kadar detay fazla diyorsanız hemen kapatıyorum çenemi..
  • Umarım memnun kalırsınız.  Güzel tatlarda buluşmak dileğiyle.Sevgiyle kalın.




15 Aralık 2013 Pazar

ÇATLAK TESTİ


ÇATLAK TESTİ

Bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna asılı testilerle dereden su taşırmış evine.. Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış...

Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve..

Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarı dolu olarak varırmış. iki sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldurmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış...

Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş...

Fakat zavallı çatlağı olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş..

İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adama söyle demiş: "Kendimden utanıyorum. şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor.."

Adam gülümseyerek dönmüş ve; "Göremedin mi? yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu. Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok.

Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlağını biliyordum..Senin tarafına çiçek tohumları ektim. Ve her gün o yolda ben su taşırken, sen onları suladın.. 2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum.

Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı, evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim" diye cevap vermiş...

Bu hikayeyi okuduğumda bir kez daha birbirimizi kusurlarımızla sevebilmenin ve "Mevlana"ın dediği gibi "Hataları ve kusurları örtmede gece gibi olun." sözünün yüceliğinin farkına vardım.

Her birimizin kendine has kusurları var aslında ve hepimiz birer çatlak testiyiz .( Teşbihte hata olmaz diyerekten yapıyorum benzetmemi )  Ancak sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı ilginç yapan,mükafatlandıran, renklendiren, güzelleştiren...

Etrafımızdaki her kişiyi, oldukları gibi kabullenebilmek ne güzel.

Dışlarındaki kusurları değil,içlerindeki güzellikleri görebilmek ve en önemlisi de o güzellikleri görebilecek gönül gözüne sahip olabilmek ne güzel...


10 Aralık 2013 Salı

HATAY KÖMBESİ

HATAY KÖMBESİ
    

    Sevgili arkadaşlar sizinle bir kurabiye tarifi paylaşmak istiyorum. Okulumuz öğretmeni Dilşad hocamın tarifi. Kendisi Hataylı olunca tarifte oranın en lezziz kurabiyelerinden ... Kömbe.

    Kömbeyi niye çok sevdim? diye kendi kendime soruyorum. Cevap hazır. İçine konan baharatı mı ? desem, değil. Gün geçtikçe daha da çıtırlaşıp lezzetlenişi mi? desem değil. Bayatlamadan uzun süre  kalışımı desem hele,  hiç değil arkadaşlar.... Siz hiç hatırlıyor musunuz? Bir kurabiye pişirdiğinizde kokusunun mutfağınızdan günlerce gitmediğini... 
Ben hatırlıyorum.

    Geçenlerde bayramda gelenlere ikram etmek için, hem de Deniz'e giderken koyabileceğim bir şeyler olsun diye bir kurabiye yapayım dedim. Ama farklı bir kurabiye olsun istedim. Aklıma hemen kömbe geldi. Siz de duymuşsunuzdur adını eminim.   Aldım tarifi... Tabi ki Dilşad Hocamı da yanında getirerek...

    Birlikte yapalım iyice öğrenelim diye. Her kurabiyenin kendine has bir püf noktası vardır. Dilşad hocamın annesi bu işin piri bizde ondan destek alarak koyulduk işe. Elimizde kömbe kalıbı yoktu ama kalıpsızda güzel şekil vermesini öğrendik. Ve çok güzel bir dayanışma örneği sergileyip yaptık kömbemizi. Sonra da  bayramda gelenlerle paylaştık. Ooo.. çok güzel olmuş. Bu nedir? diyenlere nasıl yapıldığını,  şeceresini anlata anlata paylaştık. Belki de keyifli kısmı burdaydı.

  Hayır... Hayır ... Neydi beni en çok mutlu eden?  Kömbenin lezzetinden çok kokusuna takıldım dersem  anlayabilir misiniz?  Pişerkenki kokusu müthiş tamam, anladım. Ancak bir kurabiye  günlerce kokusunu evin içinde hissettirerek  kendini bu kadar sevdirebilir mi? İşte arkadaşlar ben bu kokuya takıldım kaldım. İnanılmaz bir koku. Sabahleyin kalkıyorum, mutfağa geçiyorum. Buram buram kömbe kokuyor. Gidiyorum okula,  geliyorum, yine kömbenin o kendine has insanın içini güzel duygularla dolduran kokusu... aman  Allahım. Ben hiç bir kurabiyenin kokusunun bu kadar güzel olabileceğini düşünmemiştim. İsterseniz bir deneyin. Bana hak vereceksiniz.  Bayram geçeli hayli oldu. Aslında bu duygularımı çok önce yazmalıydım. Bir türlü buna fırsat gelmedi. 

Nihayetinde yüreği güzel, kendi güzel bir kız  "Havva Teyze geçenlerde sen bir kömbe yapmıştın çok güzel olmuştu. Birlikte yapsak." deyince "Tamam yapalım" dedim. Kömbenin kokusunu yeniden hissedişimde aynı duyguları tekrar yaşadım. Mutfakta bıraktığı rayihası yine beni mest etti. Galiba bu koku bende biraz da  önceki yaşanmışlıkları  hatırlattı. Evimin dolu dolu olduğu, gelenlere keyifle hazırlıklar yaptığım günleri hatırlattı. Belki de bu kokuya takılışım bu yüzden. Ne güzel... Beni mutlu etti.

Evet.. bunları paylaşmalıydım. Bu güzel kömbe tarifini hiç bir yerde bulamazsınız. Size bütün detaylarıyla veriyorum. 


MALZEMELER
1 Kg. un
2 paket margarin
2 su bardağı şeker
1 su bardağı dolu dolu süt
2 tatlı kaşığı yedi türlü bahar,
1 paket vanilya,
10 adet karanfil ( dövülmüş),
1 tatlı kaşığı mahlep
2 tatlı kaşığı çörek otu
2 paket kabartma tozu
Bir kase susam (üzeri için)

HAZIRLANIŞI
Margarinleri erit,  içine şekeri dök. Yağla  birlikte şekeri karıştırarak iyice erit. Sütü dök, sırayla  yedi türlü baharat, karanfil, mahlep, çörek otu, vanilyayı koy karıştır.

Kabartma tozunu unla birlikte eleyerek yavaş yavaş karışıma ekle. Yumuşak ele yapışmayan bir hamur olmalı.1 kilo un bazen fazla gelebiliyor. O yüzden elinizin ayarına güvenin, unu ona göre koyun. Kurabiyenin en büyük özelliği iyi yoğurulması. Buna dikkat edin.İsterseniz 10 dakika dinlendirebilirsiniz.

Şekil verme aşamasında varsa kömbe kalıbı kullanın derim. Yoksa yaratıcılığınızı. Ceviz büyüklüğünde bezeler alarak elinizle yassıltıp yapılabilir. Her iki şekilde de lezzetten bir kaybımız yok. Becerikli ellerde neler olmaz ki...

Hepinize afiyet olsun. Mutfağınız buram buram sevgi koksun.



24 Kasım 2013 Pazar



Sen yok musun sen,
Ne zaman geleceğini söylemeyen,
Farkedildiğinde artık...
Geride kurtaracak birşey bırakmayan,
Yıkıp, yakan, kül eden,
Giderken de ardına bakmadan çekip giden...
Ah! Sen yok musun sen!

22.10.2013

19 Kasım 2013 Salı

PEYNİRİMİ KİM KAPTI?

3. BÖLÜM
Labirente yola çıktığında dönüp geldiği yere bakmış. Oranın ne kadar rahat olduğunu düşünmüş.Evet, orada peynir yokmuş ama bir şeyler onu geri çekiyormuş. Bir an yapmak istediğinden emin olamamış.

Sonra KORKMASAYDIN NE YAPARDIN? diye düşünmüş.

Korkunun bazen iyi olduğunu biliyormuş. Bir şeyler yapmazsanız her şeyin daha kötüye gideceğinden korktuğunuzda, bu sizi harekete geçirir. Ama hiç bir şey yapamayacak kadar korkmak iyi değildir.

Sonra derin bir soluk almış. Bilinmeyen bir yere doğru koşmaya başlamış.Uzun süredir peynir bulamadığı için zayıf düştüğünden peynir arayışı onu daha da zorlamış.

BUNDAN SONRA ELİNE FIRSAT GEÇTİĞİNDE DEĞİŞİME DAHA ÇABUK ADAPTE OLACAĞINA DAİR KENDİ KENDİNE SÖZ VERMİŞ.

Bu her şeyi kolaylaştıracakmış çünkü.

Sonraki ilerleyen günlerde Kırın,  küçük peynirler bulmuş. Hiç yoktan iyiymiş. Gücünü toplamasına yardım etmiş. Labirentin zorluklarını gördükçe bazen endişeleniyormuş. Ama yine de onun korktuğu kadar kötü değilmiş.Peynir  bulamadan yaşamaktan daha iyiymiş.
ARTIK KONTROL ONUN ELİNDEYMİŞ.DURUP BAŞINA GELECEKLERİ BEKLEMEK ZORUNDA DEĞİLMİŞ.
Üstelik küçük fareler bunu yapabiliyorsa kendisi de yapabilirmiş. Artık peynirin bir gecede yok olmadığını da anlamış. Azar azar kaybolmuş. Eğer isteselermiş başlarına gelecekleri görebilirlermiş, ama görememişler.

Kırın, OLANLARI GÖZLEMLEMESİ VE DEĞİŞİME HAZIRLIKLI OLMASI HALİNDE BU DEĞİŞİMİN ONU SARSMAYACAĞINI ANLAMIŞ. Farelerin yaptığı da buymuş aslında.

Kırın,  peynir ararken tam bulduğunu düşündüğü noktada, yenilmiş olduğunu görünce hayal kırıklığına uğruyormuş. Korkuları onun bütün benliğini sardığında kendisine hep aynı soruyu soruyormuş.KORKMASAYDIN NE YAPARDIN?  Aslında korkusunun  arkasında yatan neden yalnız kalmakmış.
Kırın,  labirentte kendisini iyi hissettiği zamanları hatırlamış. Bunlar hareket ettiği zamanlarmış.

YENİ BİR YÖNE DOĞRU HAREKET EDERSEN ARADIĞINI BULMAN KOLAYLAŞIR.

Önünde duran karanlık yola bakmış ve içi yine korkuyla dolmuş.Başına gelebilecek her türlü kötülüğü düşünmüş. Ölmekten korkuyormuş. Sonra kendi kendine gülmüş. 

KORKULARININ HER ŞEYİ DAHA DA KÖTÜLEŞTİRDİĞİNİ ANLAMIŞ. Bu yüzden korkmaması halinde yapacağı şeyi yapmış.Yeni bir yöne doğru ilerlemiş. Büyük bir şaşkınlıkla, giderek keyif aldığını farketmiş. "Bir parça peynirim bile yok, nereye gittiğimi bile bilmiyorum. Ama kendimi çok iyi hissediyorum. Neden acaba?" diye düşünmüş. Çok geçmeden neden kendini bu kadar iyi hissettiğini anlamış.

KORKULARININ ÖTESİNDE HAREKET EDERSEN, KENDİNİ ÖZGÜR HİSSEDERSİN.
Korkusunu yendiğinde her şey ona daha fazla keyif vermeye başlamış.Her şeyi daha da güzelleştirmek için kafasında bir resim çizmeye başlamış. Ayrıntılı bir şekilde kendisini en sevdiği peynirlerin arasında otururken görmüş, yediğini ve yediklerinin tadını çıkardığını hayal etmiş.Yeni peynirin görüntüsü gözünde netleştikçe inancı güçlenmiş.

Labirentte daha güçlü ve azimle koşmaya başlamış.Çok geçmeden bir peynir istasyonu bulmuş. Bu daha önce hiç görmediği türden peynirlermiş. Ama harika görünüyorlarmış. Hepsinden tatmış. Gücünü yeniden kazanmaya başladığını hissetmiş. Buradaki peynirler daha önceden yendiği için sadece kırıntıları varmış. Ama olsun, artık yeni peynir bulma ümidini hiç yitirmemiş.İhtiyaç duyduğu şeyi bulmanın an meselesi olduğunu biliyormuş. İçinde aradığı şeyi çoktan bulduğuna ilişkin bir his varmış.

Onu mutlu eden şeyin  sadece peynire sahip olmak olmadığını fark etmiş.

KORKULARI ONU YÖNETMEDİĞİ ZAMAN MUTLUYMUŞ.

Önceleri hep peyniri bulamamaktan ya da istediği kadar elinde tutamamaktan korkmuş.Yolunda gidecekleri değil yolunda gitmeyecek şeyleri düşünmüş  hep. Yeni peynir arayışına gireli beri düşünceleri değişmeye başlamış.Yeni inançları yeni davranışlara teşvik ediyormuş.Artık peynirsiz durumdayken davrandığından, daha farklı davranıyormuş.
İnançları değiştirdiğimizde davranışları da değiştirebileceğimizi biliyormuş artık. Değişimin size zarar vereceğine inanabilirsiniz Ya da yeni peynir bulmanın değişimle olacağına inanabilirsiniz.

HER ŞEY SİZİN NEYE İNANMAYI SEÇTİĞİNİZE BAĞLIDIR.

Kırın,  değişimi daha çabuk kabullense yeni peynir arayışına daha erken başlasa o zaman her şey daha kolay olacakmış. Artık;

 KÜÇÜK DEĞİŞİKLİKLERİ ERKEN FARKETMENİN BÜYÜK DEĞİŞİKLİKLERE KOLAY ADAPTE OLMAYI SAĞLADIĞINI biliyormuş.

Çok geçmeden beklenen şey olmuş.Gördükleri karşısında küçük dilini yutacakmış nerdeyse.Etraf o güne kadar hiç görmediği peynirle doluymuş.Bir an bunun gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu anlayamamış. Ta ki Koklarca ve Koşarcayı, karınları şişkin, görene kadar Bir birlerine selam vermişler. Ayakkabılarını eşofmanlarını çıkarıp ihtiyaç duyduğunda kolayca giyebileceği şekilde yerleştirmiş. Sonra:

YAŞASIN DEĞİŞİM diye haykırmış. Onu değiştiren şey neymiş peki? diye düşünmüş. Sonra gülmüş. Değişimin en hızlı yolunun kendi hatalarımıza gülebilmek sonra da bunu unutup devam edebilmekmiş.


Mırın'a ne mi olmuş? Değişimi kabullenirse onun da aradığı peyniri bulabileceğini biliyormuş.Arkadaşı için dua etmiş.

14 Kasım 2013 Perşembe

PEYNİRİMİ KİM KAPTI?

Umarım beğenmişsinizdir. Şimdi ikinci bölümde sıra. İyi okumalar.
2. BÖLÜM
Koklarca ve Koşarca aynı rutinlerini sürdürüyorlarmış.Her sabah peynir istasyonunun etrafında dolanıyor, kokluyor, koşturup duruyormuş. "Bir değişiklik var mı?"  diye etrafı kolaçan ediyorlarmış. Sonrada oturup peynirlerini yiyorlarmış.Bir gün birde bakmışlar ki peynirden eser yok. Hiç şaşırmamışlar. Çünkü her gün peynirin azaldığını bildikleri için kendilerini bu kaçınılmaz sona hazırlamışlar ve içgüdüsel olarak ne yapacaklarını biliyorlarmış.Hemen boyunlarında hazır olan koşu ayakkabılarını çıkarıp ayaklarına geçirmişler. Çözümleri basitmiş. Peynir istasyonundaki durum değişmiş onların da değişmesi gerekiyormuş. Hiç vakit kaybetmeden yeni peynir arayışına girmişler.

Aynı gün Mırın ve Kırın 'da peynirlerinin yok olduğunu görmüşler."Peynirimi kim kaptı?" diye haykırmışlar. Gözlerine inanamıyorlarmış.Şaşkınlıktan donakalmışlar. Çünkü buna hiç hazır değillermiş. Peynir onlar için çok önemliymiş. Uzun süre ne yapacaklarını düşünmüşler. Hiç bir şey bulamamışlar. Başlarına gelen adaletsizliğe sövüp saymışlar. O gün eve aç ve umutları yıkık bir şekilde gitmişler.

PEYNİR SENİN İÇİN NE KADAR ÖNEMLİYSE , ONU BULMAYI O KADAR ÇOK İSTERSİN..

Ertesi gün İstasyona gitmişler hâlâ peynirlerini bulmayı ümit ediyorlarmış.Ancak durum değişmemiş.Peynir yokmuş.Yine boş sözlerle zaman kaybetmişler. Koklarca ile Koşarca akıllarına gelmiş. "Bizim bilmediğimiz neyi biliyor olabilirler."  diye düşünmüşler. Mırın küçümseyerek "Onlar basit fareler ne biliyor olabilirler ki... Biz insancıklarız, özeliz.Daha akıllıyız." demiş. Kırın "Ama şu anda pek akıllıca davranmıyoruz. Burada bir şeyler değişiyor. Belki bizimde değişmemiz bazı şeyleri farklı yapmamız gerekiyor." demiş.

Kırın bir öneride bulunmuş. "Belki de artık başımıza neden bunlar geldi demektense, yeni peynir aramaya çıkmalıyız, ne dersin?"  

Mırın karşı çıkmış. Çünkü yeni peynir ararken karşısına çıkacak kötü durumları düşününce korkuyormuş.

Bu arada Koklarca ve koşarca labirentte bir ileri iki geri bazen de çıkmaz yollara saparak bıkmadan usanmadan peynir aramışlar. Sonunda aradıklarını bulmuşlar.Şimdiye kadar hiç görmedikleri büyük bir peynir kaynağıymış buldukları.

Mırın ve Kırın hâlâ durum değerlendirmesi yapıyorlarmış.Artık hiç peynirleri olmadığı için çaresizlermiş, giderek daha da öfkelenip birbirlerini suçluyorlarmış.Kırın,  fare dostlarını düşünüyormuş. Onların peyniri bulup bulamadığını merak etmiş. Labirentte ordan ora koştururken çok zorlandıklarına inanıyormuş. Bazen de yeni peynir bulduklarını ve bunun tadını çıkardıklarını HAYAL ETMİŞ. Birden yeni peynir bulmak için labirentte keşif gezisine çıkmanın kendisine ne kadar iyi geleceğini düşünmüş. Nerdeyse peynirin tadını hissediyormuş. Peyniri ne kadar gözünde net canlandırırsa arama isteği o kadar çoğalıyormuş.

Kırın "Hadi gidelim." demiş.

Mırın "Hayır! Burası çok rahat, üstelik dışarısı tehlikeli." demiş.

Kırın,  peynir aramak için ne kadar fikir öne sürse de Mırın' ı hiç ikna edemiyormuş. Başarısız olma korkusu yeni peynir bulma umutlarını yok ediyormuş.

Böylece insancıklar her gün AYNI ŞEYLERİ YAPMAYA DEVAM ETMİŞLER. Olup bitenleri bir türlü kabul etmek istememişler. Her gün gerginlikleri,  huzursuzlukları artmış. Kâbuslar görerek uyanmaya başlamışlar. Açlık ve stres yüzünden giderek güçsüz düşüyorlarmış. Kırın artık sıkılmaya başlamış. Sonunda kendi kendine gülmeye başlamış. "Bana bak Kırın!" demiş.
"SÜREKLİ  AYNI ŞEYLERİ YAPIYORSUN, SONRA DA NEDEN HİÇBİR ŞEY DÜZELMİYOR DİYE SORUYORSUN .DÜZELSE SAÇMALIK OLMAZ MIYDI?"

 Kırın, labirente dönme fikrinden hoşlanmıyormuş. Çünkü kaybolacağından eminmiş. Ama korkunun  kendisine neler yaptığını görünce kendi kendisiyle alay etmiş.Eşofmanlarını ve koşu ayakkabılarını güçlükle araya araya bulmuş. Ayakkabılarını ayağına geçirirken  Mırın hâlâ  "Burada kalmalı, peynirin gelmesini beklemeliyiz"  diyormuş.

Kırın "Bazen bir şeyler değişir ve bir daha asla eskisi gibi olmaz. Bu da o zamanlardan biri. Hayat devam ediyor. Biz de devam etmeliyiz." demiş. Yeni peynirin ona getireceği güzel şeyleri düşünüp yeniden cesaretini toplamış. Korkusunun onu yenmesine izin vermemiş. Arkadaşını ikna edebilmek için son bir söz söylemiş ama yine boşunaymış.

DEĞİŞMEZSEN SÖNÜP GİDERSİN!

11 Kasım 2013 Pazartesi

PEYNİRİMİ KİM KAPTI?

Merhaba Sevgili  Arkadaşlar!

Okumaktan hoşlanıyorsanız ve okuduklarınızın sizi geliştirdiğini düşünüyorsanız  tam da yerine geldiniz. Sizinle paylaşmayı istediğim kısa bir hikâye var. Benim için bugüne kadar okuduğum kişisel gelişimle ilgili bütün kitapların özeti niteliğindeydi. Basit, çarpıcı ve etkileyici...Okurken  sıkılmanızı istemiyorum.  Bu amaçla sanki bir "arkası yarın" gibi hikâyeyi üç bölüm halinde sizlerle paylaşmayı plânlıyorum.  Uzun yazıları okumaktan hoşlanmıyorsanız  sakın başlamayın derim.

Şimdiden  sizlere keyifli dakikalar diliyorum. Hikâyenin sonunda yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Acaba siz hangi karaktersiniz? Hadi bakalım kolay gelsin.

Öykü  kısa olmasına rağmen,  özümsenmesi uzun zaman alacak türden bir eser... Değişime adapte olmanın ne kadar elzem bir durum olduğunu basit ama çarpıcı bir şekilde anlatıyor.  Başarıya ulaşmanın anahtarının değişim  olduğu gerçeğini tokat gibi yüzümüze vuruyor. Hem de  bir labirentte peynir arayan basit fareler ve insancıklar üzerinden  bunu yapıyor. Beni etkileyen tarafı da bu noktada zaten. Neyse sözü fazla uzatmadan öykünün adını söylemek istiyorum.

Öykünün adı "Peynirimi Kim Kaptı?" Sakın bana bakmayın ben kapmadım.

Öyküde;

Bir labirentte peynir arayan dört sevimli karakterin yaşadığı değişimler var.
Burada peynir, yaşamda sahip olmak istediğimiz her şey; meslek, ilişki, para, ev, özgürlük, sağlık, şöhret vs.

Labirent, istediğimiz şeyi arayarak zaman geçireceğimiz yer; çalıştığımız şirket, yaşadığımız toplum ya da sürdürdüğümüz ilişkiler gibi.

Ve dört sevimli karakter;  Koklarca ve koşarca adındaki fareler ile Mırın ve Kırın adındaki insancıklar.

Fareler basit yanlarımızı, insancıklar karmaşık yanlarımızı temsil ediyorlar.

Koklarca,  adı üstünde değişimin kokusunu alıyor, Koşarca yine adından anlaşılacağı gibi hemen harekete geçiyor. Mırın başına kötü şeyler gelmesinden çok korktuğu için değişime karşı koyan bir özelliğe sahip iken Kırın ise zamanla değişimin daha iyi sonuçlar vereceğini görüp buna uyum sağlayan bir karakter. Yani bazen koklarca gibi değişimi  hemen hissediyoruz, koşarca gibi harekete geçiyoruz ya  Mırın gibi değişimden korkup karşı koyuyoruz ya da Kırın gibi değişimin daha iyi sonuçlar vereceğini görerek uyum sağlıyoruz.  Bunlardan biriyiz aslında,  ama hangisi?  Hangi yolu seçersek seçelim  aslında ,hepimizin ortak noktası labirentte yolumuzu bulma ve değişen zamanda başarılı olma ihtiyacıdır.

Gerçekten peynirinizi kim kaptı bilmek ister misiniz?

Öykü başlıyoooor....

Bir zamanlar karınlarını doyurmak, mutlu olmak için peynir arayan , labirentte koşturup duran dört küçük karakter varmış.Fareler koklarca ve Koşarca; insancıklar ise Mırın ve Kırın'mış.
Her sabah eşofmanlarını ve ayakkabılarını giyip labirent içinde koşarak peynir arıyorlarmış. Labirentte hiçbir yere açılmayan karanlık köşeler, çıkmaz yollar da bulunuyormuş. Kaybolmak işten bile değilmiş.Ancak yolunu bulabilenler için, labirent,  çok daha güzel yaşam sürmeyi sağlayacak sırlarla doluymuş. Farecikler basit yollarla ararken insancıklar akıllı beyinleriyle çok daha karmaşık yolları deniyorlarmış. Sonunda hepsi kendi yollarıyla aradıkları şeyi keşfetmişler. Peynir istasyonunu bulmuşlar. Ondan sonra her sabah  fareler ve insancıklar, koşu ayakkabılarını giyip peynir istasyonuna koşmuşlar.Çok geçmeden de kendi rutinlerini tutturmuşlar. Fareler her sabah uyanıp koşarak geliyorlar koşu ayakkabılarını çıkarıp bağcıklarını bağlayıp boyunlarına asıyorlarmış. İhtiyaç duyduklarında hemen ulaşabiliyorlarmış çünkü. Sonrada peynirin tadını çıkarıyorlarmış.


Bir süre sonra insancıklarda yeni bir sistem benimsemiş. Nasıl olsa peynir orada duruyormuş, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi. Her gün biraz daha geç uyanmışlar,  Evlerini peynirin olduğu yere taşımışlar. Sonsuza kadar burada mutlu yaşayacaklarını düşünüyorlarmış. Peynire sahip olduklarını bilmek onlar için mutluluk vericiymiş. Aradan zaman geçtikçe Mırın ve Kırının rahatlığı küstahlığa dönüşmüş. Öyle rahatlarmış ki neler olup bittiğini farketmemişler bile.

1. BÖLÜM SONU

23 Ekim 2013 Çarşamba

MUTLULUK ÖZLEMİ



Ah benim yaşanası düşlerim,
Hâyâl kırıklıklarım,
Gözyaşlarım,
Kalp yorgunluğum,
Ne zaman diner durulursunuz bilmem ki...
Kabarıp durursunuz,köpürürsünüz,
Denizde dalgalar gibi.
Kıyıya vurdukça vurursunuz,
Şu zavallı "meczup"tan ne istersiniz?
Dövdükçe döversiniz yüreciğimi...
Yeter artık ey habibî !
Desem duyar mısın feryadımı?
Döner misin dönülmez yollardan.
Güneş açsın yağmurun ardından,
Işıldasın gözlerim,
Savrulsun rüzgârda saçlarım,
Toprak koksun tenim,
Dağılsın kara bulutlar, açılsın yüreğim.
Gökkuşağı umudum olsun.
Sonbahara dönen mevsim baharım olsun.
Kuruyan dallar, savrulan yapraklar,
Giden kaygılarım olsun.
Ne olur...
Şu biçare kulunun özlemi dinsin,
Boşalan yüreği, dolsun taşsın sevgiyle...
Huzur bulsun,  mutlu olsun.

23.10.2013

22 Ekim 2013 Salı

HAYAT SEN NE ÇABUK HARCADIN BENİ


Başlığına bakınca çok umutsuz bir yazı gibi düşünebilirsiniz. Ama yanılıyorsunuz. Hayat bizi harcarken yeniden doğuyoruz.

Hayat bir oyun belki başrolünde bizim olduğumuz.

Bazen katıksız bir yalnızlık, sessizlik, kendine bile katlanamamadır.

Bazen de içinden çıkılmaz bir labirent,
Denizde alabora  olmuş bir gemidir hayat.

Kapıya gelen kör bir dilenci,
Sana zorla bir şey satmaya çalışan pazarcıdır.

Sokakta telaşla bir yerlere yetişmeye çalışan insanlardır.

Bir yolun kenarında, onca eziyete, çiğnenmeye rağmen, açmaya çalışan minicik bir kır çiçeğidir hayat bazen.

Çoşkuyla dinlenen bir müziğin içimizde estirdiği fırtınalar,
Ya da izlediğimiz bir filmde, okuduğumuz bir kitapta kurulan tatlı hayallerdedir hayat.

Soluksuz kalırcasına birleşen dudaklar,  kenetlenen kollar,
Aşkla doğan bebeklerdir hayat.

Düşe kalka,  usanmadan yürümeyi öğrenen bir çocuktur hayat, kimi zaman.

"Hayat her şeye rağmen güzeldir" deyip sarılmaktır dört elle..

Hayat bir mücadeledir ve her  mücadele de bir kazançtır hanemize yazılan aslında...

Direnmektir hayat,  kök salmaktır yaşama bir ağaç gibi...

Umudunu hiç yitirmeden tutunmaktır.

Yaşamaktır en güzelinden sevmektir, sevilmektir "HAYAT"

22.10.2013

21 Ekim 2013 Pazartesi

BULAMASAM


Çok karışığım çook...
Karmakarışık.
Yer yarılsa girsem.
Ben de bulamasam beni.
Yitip gitsem,
Bilinmez bulunmaz olsam,
Sonra sen gelsen.

Yeniden yine güneşe dönsem yüzümü...

11 Ekim 2013 Cuma

KOKU

Ne güzel!
Evim "Deniz" kokuyor.

6 Ekim 2013 Pazar

HAYAL EDİYORUM

HAYAL EDİYORUM!

Ayları deviriyoruz habire. Ardından yıllar birbirini kovalayacak. Zaman bu hızla akıp gidecek. Geriye baktığımızda ya hayıflanacağız yapamadıklarımız için "Ah o yıllar bir daha geri gelse, neler yaparım neler" diyeceğiz ya da yaptıklarımızdan memnun geriye baktığımızda gururla anlatacağımız ne çok güzel şeyimiz olacak.

Düşünüp durduklarımız ya kafamızı sürekli meşgul edecek ya da eyleme geçersek bizi istediğimiz limana götürecek.

Hadi berarber bir karar verelim.

Hayatımızın ipleri kendi elimizde derken bazılarınızın sesini duyar gibiyim. "Hadi canım sen de" "Tuzun kuru konuşuyorsun işte" " Benim yerimde ol da bir dene, bırak hayal etmeyi arkana bakmadan kaçarsın" vesaire vesaire. Olsun ya...Bir kerecikte kendiniz için yapmayı istediklerinizi yapabildiğinizi hayal edin. Kandırın kendinizi ne çıkar. Sonra da unutun gitsin...

Aslında nasıl yapacağımızı biliyoruz da...Sorun burda değil zaten...

Bilmek bir şey ifade etmiyor uygulamadıktan sonra, eyleme dönüştürmedikten sonra ...

Sosyal paylaşım sitelerinde, yüzyıllar öncesinin düşünürlerinden, ünlü filozoflarından, bilim adamlarından, şairlerinden, yazarlarından vs. o kadar güzel sözler, şiirler ya da deyişler paylaşıyoruz ki ... Sevgi, aşk, mutluluk, dürüstlük, alçak gönüllülük, hasret, özlem, iyilik, cömertlik ve hayata dair neler neler yazıp paylaşıyoruz.

Paylaştığımız yazılar bizi tam can alıcı noktamızdan yakalıyor. Söylenecek hiçbir şey yok. Okuduğun anda seni öyle güzel anlatıyor ki. İşte bir kaç örnek.

"Kendi doğrularım başkalarına yanlış geliyor diye, doğrularımdan vazgeçecek değilim"

Demiş ki! Mevlana; seni seveni zehir olsa yut; seni sevmeyeni bal olsa unut.

"Geçmişle yaşamak en ağır ruh hastalığıdır; eğer yenemezsen asla yeni bir gelecek yazamazsın."

"Sen kendini biliyorsan kendini bilmezlerin söyledikleri anlamsızdır. Unutma! Gereksiz eleştiri gizli hayranlıktır."

"Hayat sana arka arkaya dikenlerini gösteriyorsa, sakın üzülme! Aksine sevin, çünkü çok yakında gülü de gönderecektir."

"Boş yere canı yanmaz insanın. Ya bir eksiklik vardır geleceğe dair, ya da bir fazlalık vardır , geçmişten gelen" Fuzuli

Mevlana ne güzel söylemiş, sadece bu sözler bile yetmez mi kendimizde bir şeyleri değiştirmeye ne dersiniz?

Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

İşte!

Bu paylaştığımız yazıların, çok değil yaa.... on da birini, ne bileyim tırnağımızın ucu kadarını bile olsa yapabilsek kendimizde ne çok şeyi değiştirebiliriz.

Şöyle kafamızı bir yorsak ne yapmak istediğimize. Elimize bir kâğıt kalem alsak yazsak.

Hedeflerimizi doğru belirleyip şaşmadan, korkmadan ,

Başkasının "ne der"ine takılmadan,

Kendimize " ben yapamam" engelini oluşturmadan,

"Nasıl yaparım" bile demeden ,

Sadece bir adım atsak hedeflerimiz için,

Ne olur?

Hadi hep beraber....

Kendimizi severek, yürekten dileyerek ve isteyerek,

İsteklerimizin gerçek olduğunu düşünerek,

ve işte oldu diyerek.

Hep beraber sevgiyle kalın.

H. UYAR