25 Eylül 2013 Çarşamba

OĞUL DİLİNDE


"ÖZLEM"

Evimi, mahallemi, Mut'umu doldurandın.
Varlığıyla anlam katandın.
İçimi biraz olsun ferahlatandın be oğul.

Parfümüyle karışık,
Sigarasıyla kokulanandın.
Hiç bir kokuyu bu kadar özlemedim be oğul.

Ah be oğul sen de bana yazdırdın ya.
Helal olsun.
"Ne âlâkası var" deme
Onu söyleyen dillerini özledim be oğul.


Evden çıkışında;
Yanağına öpücük kondururken
öbür yanağını uzatışını özledim be oğul.

Seni evde bekleyişleri,
"hadi kalk artık öğlen oldu" demeleri özledim be oğul.

O vefasız yok mu erkenden bırakıp giden
Soracağım ona hesabını bir bir .

Şöyle "Deniz" "Deniz" içime çekip kokmayı özledim be oğul.
Özlemim seni büyütsün kocaman bir "Deniz" yapsın
de mi oğul...



H. UYAR
25.09.2013

17 Eylül 2013 Salı

ASLINDA BEN BU BLOĞU 2008 DE OLUŞTURMUŞTUM. İLK ETAPTAGEZDİĞİMİZ YERLERİ ANLATMAYI PLANLAMIŞTIM. ANTAKYA'DAN  BAŞLAMIŞTIM YAZMAYA. AMA DEVAMI GELMEMİŞTİ.

ÇOKTAN KAPANMIŞ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORDUM. NEYSEKİ ŞİFRESİNİ UNUTMAMIŞIM.

ÖNCEKİ PAYLAŞTIKLARIMI SİLMEYE KIYAMADIM ÖYLECE BIRAKTIM.

ZAMAN NE ÇABUK GEÇMİŞ 5 YIL OLMUŞ DİLE KOLAY NELER YAŞANDI NELER....

2013 YENİ BİR BAŞLANGIÇ BU DEFA HAYATA DAİR YAZILAR VE ŞİİRLER PAYLAŞMAYI DİLİYORUM. BİRDE YAPMAKTAN KEYİF ALDIĞIM KENDİMCE BEĞENDİĞİM MUTFAKTAKİ DENEYİMLERİMİ PAYLAŞMAYI DİLİYORUM. BANA KATILIR MISINIZ?

AYRILIK

AYRILIK

Bugün Deniz'imi yolladım.
İlk defa gerçekten ayrılıyor gibiyiz.
Oh bee.
Koca ev benim artık.
Televizyon benim,
Bilgisayar benim,
Tepe tepe istediğim gibi kullanırım.
"Lütfen! Artık bilgisayarı ben kullanmak istiyorum ." diye yakarmak yok.
"Saat dokuzda izlediğim bir programım var ona göre haa" diye uyarmak  yok.Ya da "Bugün maç var bana tv yasak"  demek de yok.
Oh be yalnız yaşamak ne güzelmiş.
Yok patlıcan yemez,
Yok kabak sevmez,
Kahvaltıya gelmez.
Hepsi bitti işte.
Gel keyfim gel.
Canım ne isterse yaparım artık.
Şöyle bir bamya yemeği nohutluca...
Bol domatesli yanında da bulgur pilavı bir de cacık missss.
Evde Deniz derdi yok.
Akşamları nerde kaldı demek yok.
Açılacak kapı gıcırtısının sesini beklemek yok.
Nerde canın isterse ordasın.
Seni bekleyen ve de beklediğin birisi de yok .
Vay bee. İşte özgürlük bu...

Haykırmak istiyorum.
Sokaklara, dağlara, bayırlara...
Bağıra çağıra..

H. UYAR

DÜNYA MALI


DÜNYA MALI

Dünya malı neye yarar ki,
ruhumu doyurmadıktan sonra...
Evim, arabam, küp küp altınlarım, bankada dolarım olmuş
içinde sevdiklerim olmadıktan sonra...
Boş ver hepsini...
Dünya malı dünyanın olsun,
Bana canlarımı verin yeter;
Başka bir şey istemem
Gerisi sizin olsun...

H. UYAR


DENİZ'İME MEKTUP

DENİZ'İME   MEKTUP

Tam yirmi yaşındasın.
En güzel yaşta.
Yaşının farkında olarak  yaşayasın,
Gözlerinin içi hep gülsün,
Umutla bak geleceğe ve hayal kurmaktan korkma,
Bugünkü gerçeklerin,  dünün hayalleriydi unutma.
Sevdiklerin her zaman yanında olmaz, olamaz.
Bil ki, onlar en yakın yerinde, kalbinde...
Bazen hayal kırıklıkları yaşayabilirsin, aldırma...
Bir çelik gibi güçleniyorsundur.
Hata da yapabilirsin arada, korkma,
Dön bir bak kendine, sana ne öğretmiş.
Arada üzüleceksin de, sonrasında inan çok komik gelecek üzüldüğün şey,
Çünkü üzüntünün de seni büyüttüğünü göreceksin.
Rüzgara karşı duran ağaçlar gibi, daha az kırılır olacaksın .
Korkacaksın bazen de...
Yenebildiğin korkuların kadar cesaret kazanacaksın.
Kusurların, zaafların olacak.
Onların  sana tutulan birer  ayna olduklarını unutma.
Bir fırsat sana belki de,  istemediğin yönlerini değiştirmek için. 
İşte oğlum! Her şeyinle kendini kabul edebildiğin,
"Kendimi Seviyorum" dediğin gün,
gerçekten büyümüş olacaksın.
İşte o zaman içinden harika bir "Deniz" doğacak.
İyi ki doğdun sevgili oğlum.
İyi ki varsın
Seni çoooook seviyorum.


H. UYAR

SEVGİ SARMALI

SEVGİ

İşimde, aşımdaydın, her daim yanımdaydın.
Gülen gözlerimde, belki gözyaşlarımdaydın.
Damarlarımda akan kanımda, tutan ellerimde, yürüyen ayaklarımdaydın.
Ağaçların yeşilinde, dalına konan kuşun yuvasındaydın.
Gökkuşağının renklerindeydin.
Renk renk  çiçekteydin,;  çiçeğe konan arının vızıltısında, rüzgârın uğultusunda,
dalgaların kıyıya vuran o sakin hışırtısındaydın.
Bazen de haşin, sert, korkusuz kayalara çarpışındaydın.
Karnesi hep beş olan çocuğun gözündeydin.
Güzel bir tabloda,
Belki de annesini arayan o masum minik kedideydin.
Senden biraz ilgi bekleyen, köpeğin kuyruk sallamasındaydın.
Ana kucağının, o güvenli kollarında emen bebenin yüzündeydin.
Özenle hazırlanmış bir kahvaltıda,
Taze sıkılmış bir portakalın suyundaydın.
Mırıldanılan bir şarkıda,
İşte! Bir gülün dikenindeydin.
Güneşe yüzünü dönen günebakandaydın
Mis gibi kokusunu içime çektiğimde,
çıtır çıtır ağızda dağılan bir kurabiyedeydin.
Deniz(im)le yeşilin buluştuğu yerdeydin.
Birbirine özlemle sarılan bedenlerdeydin.
...
Peki, şimdi nerdesin?


H.UYAR

HERŞEY BİRDEN BİRE OLDU

HER ŞEY BİRDEN BİRE OLDU

Orhan Veli'nin şiirinde olduğu gibi
Her şey birden bire oldu.
Sanki yaşama dair ne varsa bütün herşey saçıldı etrafımıza.
Bir tarafta hastalıkla uğraşırken,
Diğer tarafta yeni başlangıçlara kucak açtı hayat.
Sevindik beraberinde, üzüntüsünü de yaşadık.
Ağladık sonra güldük de.
Sevdiklerimizin yokluğuyla yoğrulurken.
Yeni hayaller kurmaya başladık.
Dedim ya her şey birden bire
Orhan Veli'nin şiirinde olduğu gibi.
Kaybettiklerimizin acısını yudumlarken
Dünyaya geleceklerin müjdesiyle sevindik.
Gelecek hayatların ilk adımı atılırken heyecanla
Ayrılıkların hüznü sardı birden...
 Yalnızlık, yokluk, hiçlik, birlik, bütünlük, heplik...
Hepsi birden bire işte, ortaya karışık.
Karmakarışık.


H. UYAR

ÖLDÜR KENDİNİ

ÖLDÜR KENDİNİ


Ben beni öldürdüm, "kendi doğumum" için.. 
Sen seni yaşatıyor musun hala, bu gaflet ne için?
Müsaade etme sen sana, sendeki "öz"ü boğsun,
Sen seni yaşattıkça, yeni "sen" nasıl doğsun?

Hayat senin aynandır, çiçekler sana açsın,
Ab-ı hayat ırmağın, derinliklerine aksın..
İçindeki volkanın, fışkırsın ve saçılsın,
Öldür kendini, ki, yeni bir "sen" doğsun..

BABALAR GÜNÜ

Sevgiliye!

Sen benim, olmayan, olamayan yanım,
Sen benim, bana rağmen, başıma gelen en güzel olayım,
Bütünleyenim, bir olduğum yanım.
Babalar günün kutlu olsun canım benim.

YAKTI GEÇTİ

YAKTI GEÇTİ

Zaman her şeyin ilacı biliyorum.
Bu ilaç yakarak iyileştirir, 
onu da biliyorum.
İçmesi zordur ya, hani bazı ilaçların,
evet, evet biliyorum.
Bilmek neye yarıyor ki;
Anılar gün geçtikçe derinleşirken,
Alışkanlıklar hatırladıkça acıtırken içimi,
Bir taze fasulyeye bile gözlerim sulanırken,
Sadece biliyorum işte.
Gün gelir geçecek diyorum.
İyiyim diyorum, iyi olmak için
Sahte gülüşler, maskeler takıyorum.
Yeniden eski ben olabilmek için,
Oğlum için, kendim için,
İnanmak istiyorum.
Yeni bir "ben" olmak için...

H. UYAR


ANLADIM

ANLADIM

Gel ey sevgili! gel,
Artık anladım sevmek neymiş.
Sevmek, emek vermek demekmiş, ama
Vazgeçemeyecek kadar da özgür bırakmakmış 
Anladım, gel, gel, gel...

H.UYAR

SANA DAİR


Sen gittin, sanki içim kurudu.
Boş bir çuval gibi yığıla kaldım.
İçimi dolduran ne varsa sen ve sana dairmiş meğer.

H. UYAR

SEVGİLİYE

SEVGİLİYE

Bir sıfır yenik başladı hep hayata
inadına aykırıydı,
İnadına muhalifti.
Hırçındı Karadeniz'in suları gibi.
Ama dosttu, dost olmasını bilenle.
Satmazdı çıkarı için,
En çokta maviş gözlü can dostuna hiç kıyamazdı.
Deli doluydu ama yiğitti,
Aklı yatarsa, kanı kaynarsa ölümüne giderdi.
Belkide en büyük zaafıydı içki bir de ben
Keyif adamıydı, içerdi, içirmesini de severdi.
Ah! birde tamam diyebilseydi.
Kararlıydı.
Öleceğini bilse dönmezdi.
Yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar derdi,
Bir şairin deyimiyle.
Paraya tamah etmezdi.
Yokta demezdi,
İsteyene verirdi.
Var ki, verebiliyorum derdi.
Dayatma derdi, illaki
Ukalaydı da biraz,
Eyvallahsız, umarsız,
Zor insandı vesselam...
Ama, değerdi her şeye
Işık  içinde yat ey güzel insan.


H. UYAR

HOŞGELDİN YALNIZLIĞIM

BAŞIMIN ÜSTÜNDE YERİN VAR  "HOŞGELDİN YALNIZLIĞIM"

"Yalnızlık paylaşılmaz , paylaşılsa yalnızlık olmaz."

Yalnızlığı anlatan en güzel söz olsa gerek...Galiba ben yalnızlığı seviyorum. Her ne kadar beni yorsa da  "seviyorum ülen seni"

Yalnızlık kendinle kalabilmenin ödülü bence.Ya da kendini sevip, sarıp sarmalayıp pamuklarda uyutmak için bir fırsat.

Kendimize şöyle uzaktan bakıp kim olduğumuzu çözebilmek için  yalnızlık bize sunulan bir ziyafet mi acaba...

Ya da saçmalama fırsatı şimdi olduğu gibi...

Bir de "Yalnızlık Allah'a mahsustur." derler. Niye böyle söylerler acaba. Buna kafa yorarsam bir yazı da burdan çıkar. Sonra yazayım bunu da.

"Allah kimseyi yalnız bir başına bırakmasın" dualarıyla başlamayı istiyorum asıl anlatacağım bölüme. Aslında herkes bir parça yalnız değil midir? O kadar insanın içinde bile hepimiz  bazen yalnızızdır. Dalar gözlerimiz uzaklara orda değilizdir. Kafamızdan bin türlü düşünce geçer. O an bulunduğun ortamdaki bir ses, bir bakış,bir kelime, minicik bir hareket yada söylenen bir şarkı başka diyarlara götürmeye yetmiştir.Hatırladığımız her ne ise gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçer. Göz bebeklerimiz ya kısılır ya açılır belki de nemlenir.Dudaklarımız ya tebessüm eder şanslıysak ya da aşağı doğru sarkar hafif eğilerek, birazcıkta çenemiz titrer belki.Kalbimiz hızlanmaya başlar. Bedenimiz öylece kalır. Sanki her şey hareket eder bir tek sen öylece kalırsın.Bir süre o filmi izlersin. Yüz ifaden ara ara değişir ama sen bilmezsin çünkü  orda değilsindir. Gittiğin yer nerdeyse ordasındır.Ya mutlusundur o anın bir daha yaşanmayacağını bilerek yüzünde bir hüzün belirir, yada keşkelerle dolu bir ifaden olur kimbilir...

Sonra...

Seni farkedenler şöyle bir yüzüne doğru el sallar. "Heeeyyy uyan!" diye.İşte o an dönüverirsin gerçekliğe, insanların içine. "Ne oldu ? Ne düşünüyorsun? " derler. Sen de "Neler olmadı ki Ah bir bilsen" dersin  tabi ki içinden. Elini sallarsın sen de "Boş ver sonra anlatırım " der geçiştirirsin. O an söylemek paylaşmak imkansızdır.Belki sonrasında da hiç paylaşılmayacaktır.Hep kendi içimizde yaşanacaktır.Bazı şeyler vardır ki bir tek kendinle paylaşırsın ancak. Kendinle paylaşmak bile yeteri kadar zordur bazı yaşananlar.

Çünkü her hatırlayış kalpte bir yaradır. Küllenen ateşe "üff" demektir. Bir de dillendirerek anlatılırsa giderek açılan bir yara olur. En iyisi "üff" demektir, dersin. Boş ver, yüzüne sahte bir gülücük kondurursun geçiştirirsin.

İşte böyledir yalnızlık birileriyle beraberken bile paylaşamamaktır.Gözlerini yatırırp ıraklara beklemektir artık olmayan sevgiliyi.

Anlatmak isteyipte anlatamamaktır içinde bir volkan gibi birikenleri

Zili çalmadan anahtarla açılan bir kapının sesini duymayı özlemektir yalnızlık

Hastalandığında kendi kendine bakman gerektiğini anlamaktır

Nazlanacağın biri var sa o da kendinsindir kendine.

"Sevebilecek miyim" yeniden ihtimalini bile düşünememektir yalnızlık

Sevgiyle kollarında huzur bulup, sarılıp sarmalanma ihtimalini hayal etmektir yalnızlık

Özenle hazırladığın yemeği kendinle paylaşmaktır yalnızlık

Koca yatağı bir başına paylaşmaktır, döne döne, ister sağa, ister sola, ister çapraz farketmez. Fena da değil hani...

Aman bee..

Yalnızlık "kapıya bastırılacak bir şey değil" işte.

Hani sevilmeyen insanlar için bizim bu yörede söylenen bir deyim vardır. "Kapıya bastıracak biri değil" Kabul edilmez istenmez anlamında. İşte öyle bir şey bu yalnızlık.

Olsun ya. Gel benim yalnızlığım  gel. Seni bir tek ben anlarım. Bir tek ben severim seni.


H.UYAR

PAZAR ALIŞVERİŞİ

PAZAR ALIŞVERİŞİ

Bugün sabah saat sekizde pazardaydım. Özlemişim sabahları pazar alışverişi yapmayı. Arabanın yokluğu bazı alışkanlıkları değiştiriyor ne yaparsınız. Sabah alışverişini çok severim nedense?  Her şey tazeciktir, canlıdır, diri diridir. Henüz ellenmemiştir, seçilmemiştir.İlk sen elleyeceksindir onları. Bizim Mut pazarının en sevdiğim özelliğidir seçerek almak, beğendiğini almak. O yeşillikler, meyvelerin her çeşidi sebzelerin hepsi "beni de beni de al" diye yalvarırlar sanki..Sebzeler.. meyveler..  Güneşin o bunaltıcı sıcağına henüz kendini bırakmamışlardır. İşte böyle her şeyin çok mükemmel olduğu bir zamanda, pazarın en pahalı  olduğu bir zaman olsa da pazar alışverişi beni müthiş keyiflendirir. Ayrı bir canlılık gelir bana; sanki oradaki her şeyin enerjisi bana geçermiş gibi olur. Neyse fazla uzatmayayım. Alışverişimin çoğunluğunu yapmıştım. Bir de incir almayı istiyordum. Zamanı geçiyor yavaş yavaş ...Baktım tezgahlarda az bulunuyor. Bulunanlarda güzel değil. Baktım bir köylü incirleri dizmiş sandığa güzelce, hani bayağı iyi "ye beni" diyorlar. Hemen yaklaştım. "Kaç para?  Köylü:"Beş lira.  Düşündüm pahalı, ama olsun "iki liralık alayım yeter"diye düşündüm. Poşet uzattı, ben de en zevk aldığım işi yaparak elimin beğendiği incirleri nazikçe seçmeye başladım.  "Abla seçemezsin, bir sıradan almak zorundasın demez mi? Canım sıkılmadı dersem yalan olur."Hem pazarda incirin azlığını fırsat bilip fiyatı iki katına çıkarmış hem de seçtirmiyor.Nasıl olur ya " diye geçiriyorum içimden.  Nerdeyse kavga edeceğim. Adama ne diyebilirsin ki... bakıp beslemek zorunda olduğu bir evi yuvası var belli. Onun için bu bir fırsat, fırsatı değerlendirmesi lazım.Tabi ki fiyatı iki katına çıkaracak. Doğaldır. Ben de en doğal hakkımı kullanarak almamayı tercih ettim. "Teşekkürler" dedim. "Abla sen bilirsin " dedi. Uzaklaştım oradan. (Tabi ki ben bilirim.)

Sonra ne oldu biliyor musunuz? Yoğurt alacaktım benim eski köylülerimden. Yoğurdu alırken gözüme yan tezgahta incirler ilişti. Ama var ya nasıl?  Dalından yeni kopmuş, henüz toplanmış,  olgun, balı akıyor hafifçe. "Kaç lira?" dedim "iki lira? dedi. " Hemen bir kilo alayım" dedim. Elimin beğendiğini alırken bir tanesini de oracıkta mideye indiriverdim. Altın bulsam bu kadar sevinmezdim. Neşeyle pazardan ayrıldım. Bugün ki maceramız da buydu.


Kıssadan hisse; eğer ağız dalaşına girseydim yada adamla kavga etseydim bütün enerjimi alacak pazar keyfimin içine okuyacaktı adamcağız.Üstüne üstlük incir de  bulamadan gidecektim belki. Ama ona da hak verdim. Ben aradığım en güzel inciri buldum. Umarım o da incirden beklediği parayı kazanmıştır.

HAYAT GÜZELDİR

HAYAT GÜZELDİR

Nihayet oğlumun kaydını yaptırabildik. Ama ne maceraydı? Anlatayım da biraz gülelim. İhtiyacımız  var gülmeye gülümsetmeye...

Perşembe günü kayıt yaptırmak için Mersin'e gidilecekti. Çarşamba günü Deniz okulla ilgili evraklarını hazırlarken bende kalacağı evle ilgili eşyaları hazırlamaya çalıştım. Yatağı, nevresimi, çekyatı, masası, kabı kacağı bardağı çatalı derken bir araba eşya oldu nerdeyse. Şükür ki birlikte gideceğimiz arkadaşımızın arabası pikap türü... Alır, ne koyarsan götürür. Hocamla o gün şöyle sözleştik." Arabamızı bir gün öncesinden akşama doğru yükleriz,hazır olur. Biz de sabahleyin kalktığımızda, kahvaltımızı bile yapmadan yola koyulursak  zaman kaybetmemiş oluruz. Erkenden Mersin' e varırır. Kahvaltımızı o zaman yaparız. Sonrasında önce Deniz' in sonra da benim oğlumun kayıtlarını  yaptırırız" dedi. "Ne zaman kalkıyoruz o zaman? dedim. Hocam da "Sabaha karşı saat dörtte yola çıkacak şekilde hazır olalım" dedi. Benim gözler şöyle bir açıldı. "Mersin en fazla iki buçuk saat sürer hatta yol boş olursa iki  saatte de gidilebilir" diye söyleyince "Ben arabayı yavaş sürerim üç- üç buçuk saatten önce varamam" dedi. Ben de ne diyeyim? Boynum kıldan ince, beraber hareket ediyoruz, mecburen tamam dedik. Ama içimden söyleniyorum. Dörtte yola hazır olmak demek, hele birde kahvaltılık falan hazırlayacaksan (çünkü dışardan yemeyi ben de pek sevmem onlar da) en geç üçte kalkmak zorundasın. Ne yaparsın işte, sahura kalkar gibi kalkılacak. Biraz erken yatarım diye düşümdüm ama ne mümkün gene on ikiyi geçmişti yattığım saat. Telefonun alarmını kurdum. Deniz'e de tembih ettim "Oğlum ben yatıyorum sen de geç kalma hemen yat kalkamazsın sonra." dedim yattım. Saatin alarmı çaldığında hemen uyandım. Otomatiğe bağlanmış robot gibi gözlerim açılmasa da kalktım. Hazırlandım. Deniz'i kaldırdım. Hemen o da ikiletmedi. Kahvaltılıkları hazırlayıp bir poşete koydum . Dört dediğinde kapıdaydık.Hava serin mi serin, artık sonbahar mevsimi "ben geldim" diyor. "Hoşgeldin sefalar getirdin,  bana hep hüzün verirsin yine de seni severim bilirsin" diyerek içimden....

 Bize geliyoruz demelerinden nerdeyse  on beş yirmi dakika geçmişti. Geldiler. Arabalara bindik. Merhabalaşıldı. Anlaşılan o ki herkes uykulu, mahmur bakışlı. Kimse iki üç saatten fazla uyku uyumamış. Şoförümüz "Ben önce bir uyudum ama sonrasında uyuyamadım"  hanımı "benim yattığımla kalktığım bir oldu" oğlum "eh biraz uyudum" . Benim uyku belli, Selim de herhalde az bir uyku uyudu ki ilk şikayet ondan geldi. " Ya ne işimiz vardı bizim bu saatte, Mersin kaç saatlik yol,  sakalımı kesmeseydim sözümü dinletirdim ama nafile." Ben de fırsatı kaçırır mıyım? "Tabi ya saat altıda gitsek bile yetişirdik. Erkenden kalkmanın bir gereği yoktu. " Falan derken bir taraftan gülüşüyoruz, bir taraftan da Hocamın bu sağlamcı, aşırı temkinli, her ihtimali düşünerek harekete eden bir yapıda olması onu savunmaya geçirdi."Erkenden varalım ne olur ne olmaz,  belki bir sorun çıkar evraklarda bir eksiklik olur vs. Bir sürü olumsuz ihtimalleri saydı. Sayarken biz gülüşmelere devam ediyoruz tabi. Olsun bakalım diyoruz yapacak bir şey yok.Muhabbetin sonu gelirken şoförümüz hariç hepimizin gözleri kapanıyordu. Araba da sallana sallana gidiyor, arada kafamızı dayadığımız yere  sertçe çarparken   gözlerimiz hafifçe açılıyor yine kapanıyordu. Tatlı bir uyku ile uyuyamama hali. Fazla uzatmayayım Mersin'e ulaştığımızda saat altıyı henüz geçiyordu..
"İnanamıyorum saat yedi bile değil" sözünü kim söyledi bilmiyorum ama onun ardından hepimiz yine koptuk, gülmekten karnımıza ağrılar girdi. Hocam tatlı tatlı kendini yine savunmaya başlamıştı  " Ne var şimdi güzel bir yer buluruz, rahat rahat kahvaltımızı yaparız. Kötü mü ettik erken geldiysek." Bizlerse biraz daha fazla uyusak ne olurdu? gibilerinden laflarla muhabbeti koyulaştırıyorduk. Sevgili hocama biraz arka çıkmam gerektiğini düşünüyordum. Güneş henüz uyanmış. Bütün ihtişamıyla ve o muhteşem kızıllığıyla bizi selamlıyordu. Bir petrol istasyonuna arabamızı park  ettik. Bir masa ve sandalye bulduk. Kahvaltılıklarımızı hazırlayıp yemeye koyulduk.

Bu arada ben  hocama arka çıkayım diye başladım konuşmaya.

"Saat sabahın altı buçuğu. Serin, harika bir hava .( derken hepsi yine gülüşüyor )Şu manzaraya bir bakar mısınız? Güneş nasıl da selamlıyor bizleri. Hiç bu manzara eşliğinde kahvaltı yaptınız mı? İşte bir fırsat... Belki de,hocamın birinci görevi bize bu muhteşem manzara eşliğinde ve bunun farkına vararak kahvaltı yaptırmaktı. Teşekkür ederim  hocam " dedikçe gülüştük bir taraftan da yedik içtik, çayımızı yudumladık. Sevgili hocamın eşi de beni destekledi." Tabi ki...bu manzarayı nerede bulacaksınız, ömrünüzde ilk defa böyle bir kahvaltı yapıyorsunuz " derken yine kahkahalar yükseldi. Belki de uzun zamandır böyle gülüşe gülüşe kahvaltı yapmamıştık. Aslında şikayet etsekte herkes halinden memnundu, işin güzeliği de burdaydı galiba...

Güzelliklerin farkına birlikte vararak keyifli bir güne başlamıştık.İşte ömrümüzce biraraya geldiğimizde anlatacağımız tekrar keyifleneceğimiz bir anı daha. Teşekkürler Hocam , senin bu fazla temkinli sağlamcı özelliğin olmasa sıradan bir gün geçirecektik belki de .Harika bir gündü.
Sonrasında hiç sorunsuz çocuklarımızın kayıtlarını yaptırdık. Evlerini yerleştirdik. Biraz adettendir AVM turu yaptık. Bir şey almasakta zaten yorgun ve uykusuz bedenimizi  biraz daha yormayı becerebildik. Bu arada Adana'ya gidilir de meşhur Adana Kebabı yenmez mi ? Midemize de bayram ettirdik. Ayranı meşhurmuş. Bakır bir tas ve içinde küçük kepçe ile servisi yapıldı bol köpüklüydü. Gerçekten ayranı güzelmiş. Afiyetle içtik. Evimize geldiğimizde sanıyorum on bir buçuktu. Beni bekleyen kocaman yatağıma hangi ara uzandığımı hatırlamıyorum bile....


H. UYAR 

AH! MUSTAFA AH!

Ne demeli şimdi
Bir çiğdemin toprağı yırtışını seyredişine
Göğe mi dokunmalı ucuna mı körpe filizin

Ah Mustafa Ahh. Daha ne zamana kadar sürecek böyle durumlar dersin.. .. Tam diyorum artık rahatlıyorum,  hayatım olması gereken akışında devam etmeye başlıyor. Bir "oh" diyorum içimden Allahım başka dert verme. Verdiklerine şükürler olsun. Ne yapalım, herkesin hayatta bir sınavı var, bizim sınavımızda bu...sağlığımız yerinde, sevdiklerimiz yanımızda, parasal bir sıkıntımız yok.Oğlum istediği bölüme gidiyor, üstelik yakınımda yanımda sayılır. İstediğim an gider görürüm. daha ne Allahtan belanı mı istiyorsun. Binlerce şükret haline...
Dün yıllardır görüşmediğimiz üniversiteden arkadaşım vardı ya hani. En son düğünümüzde gelmişlerdi. Ondan sonra daha görüşmedik işte. Yirmi küsür sene olmuş. Feysten nihayetinde buluştuk. Birbirimizin telefonunu  verdik. Görüşelim diye.Akşam beni aradı. Sesini duyunca çok sevindim. Yıllar önce hiç ayrılmayan bir üçlüydük. Cavide Hatice ve ben...Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. O yıllardaki arkadaşlıklar bambaşkaydı. Şimdilerde kuramazsın öyle arkadaşlıkları. Telefonda sesini duyunca sanki onca geçen seneler silindi dün ayrılmışta bugün "ne yapıyorsun" der gibi olduk. Eskileri konuştuk, gülüştük, arada hüzünlendik. bugüne kadar neler yaptıysak paylaştık.Eski dostlukların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlayarak birbirimizi kalplerimizin en güzel yerine iyice yerleştirdik. Herhalde bir saate kadar konuşmuşuz. Telefonu kapatırken "Havvacığım Mustafa'ya selamlar, tekrar görüşmek üzere" dedi. Bir an durdum. Sadece "görüşmek üzere diyebildim. Telefonu kapattım. Diyemedim seni kaybettiğimi. Artık hayatımda olmadığını, başka diyarlara bensiz gittiğini.... Diyemedim işte... 

ANACIĞIM

KAÇAMAĞIMIN NEDENİ

Aslında kaçamağımın bana göre en güzel yerini yazamadım. Niye derseniz? Yazım gereğinden fazla uzayacak ve belki de sıkılacaktınız. Niye kaçamak dedim, çünkü geziye katılacağımı söylemedim anneme. Bir sürü engel koyacaktı. Şimdi nasıl gideceksin? Hazırlığın yok, ben ne yapacağım burda ? laflarını duyacaktım. Sadece "Pazar günü arkadaşımla olacağım." dedim, "Akşama görüşürüz" diyerek ayrıldım. Onu da çok sevdiği yeğenleriyle baş başa bıraktım. Aslında çok iyi eğlendiğinden eminim.İçim çok rahattı onu bırakırken...

Nedense gezi lafını duyduğunda kulakları havaya dikiliyor. Nereye olursa olsun gitmeyi istiyor.Hele yanında kızı varsa Fizanada olsa giderim diyor. Ben de bunu bildiğimden biraz sakladım, çünkü gideceğimiz yer onun için hiç uygun değildi. Ancak otobüslerle gidilebilirdi. Doğru da yapmışım onun için çok yorucu olurdu. Neyse gezinin bitiminde eve ulaştığımızda çok geçti akşam 9 30 olmuştu. Annemlerin olduğu semte ulaşmam zordu.Yeğenlerine geziye gittiğimizi, henüz geldiğimizi haber verdim. Sabah dönmemin daha uygun olacağını söylediler.Annene anlatıp haber veririz dediler. Annemi aradığımda telefonu kapalıydı söyleyememiştim çünkü.

Neyse... sıkı durun . Geldiğimdeki annemin tepkisi aynen şuydu: Sakın beni buralarda yalnız bırakma. Sen nereye ben oraya. Ben geziye gidemez miydim?  Ne olacak yürüyemezsem?  Arabaya binerdim.Gözlerindeki muzip ifadeyi unutamıyorum, birazda kıskançlık mı vardı bilmiyorum. Geziye gittiğimi öğrendiğinde acaip derecede canı sıkılmış. Benim geziye gitmemden memnun, ancak kendi gidemediği için canı sıkılmış. "Kös kös oturduk burada,  ne vardı biraz yeşillik, çiçek, böcek görürdük  diye söylenmeye devam ediyordu."  Yanaklarına kocaman bir öpücük kondurdum. Söz seni elimden geldiği kadar gezilere götüreceğim dedim . Bir kikirdedi. Beni mutlu görmek onu mutlu ediyordu biliyorum.


Annemin nesini seviyorum biliyor musunuz? Bu yaşına rağmen hayata böylesine bağlı olması beni hep şaşırtıyor. Hep şaşırtmaya da devam edecek gibi. Yaşıtlarına göre benden geçti, ne işim var demiyor, hayatın karşısına çıkardığı farklı tatları denemeye devam ediyor. Galiba onu ayakta tutan gülümseten de bu diye düşünüyorum. Hayatın çemberinden geçmiş bir kadın olduğunu düşünürsem daha ondan öğreneceğimiz çok şey var sanırım. Allah anneme sağlıklı uzun ömürler versin. Ben de onunla hayata dair güzel anılar paylaşmaya devam edeyim. Torunlarıma anlatacağım anılar biriktireyim. Amin...

KAÇAMAK

KAÇAMAK

Öyledir yazamadım bir türlü bitmeyen dünya işlerinden...Hafta sonu hayatımın içine kaçamak bir bakış attım yine, hiç hesapta olmayan, plansız...Planlı olmanın gereğine inanırım da ama arada plansızlıkta çoook güzel oluyor hani.

Pazar günki geziden bahsetmek istiyorum biraz. Resimlerinden de anlaşılacağı üzere harika bir doğa gezisiydi. Lamos Kanyonu imiş gezi güzergâhımız.Silifke' ye bağlı Kızılgeçit Köyü' nde son buluyor. Mersindeki arkadaşımla bir kaç saatliğine görüşmek için sözleşmiştik. Ancak arkadaşım böyle bir gezi olduğunu gelmek isteyip istemeyeceğimi sordu.Hemen balıklama atladım "Neden olmasın" Bir düşündüm hiç uygun kıyafetim yok, daha da önemlisi ayakkabım yok. Ne yapsam ne yapsam hemen bir çözüm yolu, ne olabilir? Basit bir babet aldım, bir de dereden geçerken terlik almamız gerekiyormuş, yedek kıyafet falan... Parmak arası terliğim vardı idare eder dedim. Üstümüze bir şeyler uydurduk, son hazırlıkları yaptık, yanımıza basitçe kahvaltılık aldık. Gerçi arkadaşım becerikli,  hangi ara hamuru yoğurmuş bilmiyorum ama sabahleyin ikişer börek bile vardı azzığımızda.Saat sekizde istenilen yerdeydik. 

Gezi başlıyordu. Heyecanlıydım.

Gideceğimiz yere ulaşmak hayli uzun sürdü. Kahvaltı molası falan derken tam 12.30 gibi kanyon gezimiz başladı. Geçtiğimiz yerleri çektim elimden geldiğince...Yol boyunca "Dibimizde o kadar güzel doğa harikaları var ki hiç haberimiz olmayacak bu doğa gurupları olmasa."diye düşündüm. Çok teşekkürler MERDOG gurubuna bize bu güzel yerleri tanıttıkları ve doğa severlerle paylaştıkları için. Ne diyebilirim ki ...Doğa inanılmaz derecede büyüleyici.Her türlü gücü içinde barındırıyor görebilene.
Kanyonun ortasından büyükçe bir dere geçiyor. Arada derinleşip sığlaşıyor.Etrafında ağaçlar...Bol ceviz ağaçları gördüm nedense, çam, ladin vb. ağaçlar sıralanmıştı dere boyunca. Suyun hışırtısı, bazı yerlerde köpük köpük akışı ninni gibiydi.. Yol boyunca yürürken yolun bittiği yerde çakıl taşlarının, kayaların üzerinden atlayarak, bazen de derenin içinden geçerek yolculuğumuzu tamamladık. Arada bir serinlemek için dereye ayaklarımızı soktuk. Birkaç dakikadan fazla tutmak zor,  donuyor uyuşuyor ayakları insanın ama ohhhh diyorsun harika. Yüzenler bile oldu. Biz o kadar tedarikli değildik. İçimizi çekerek seyrettik ancak. Bir daha ki sefere dedik.

Velhasılı beş saat yürümüşüz. Hiç yorulmadık sanki. Çok eğlenceliydi. Yol boyunca şarkılar söyledik.Sesimiz güzelse de değilse de "Çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz" demek isterdik. Arkadaşımla güzel bir sohpetimiz oldu. Yeni arkadaşlarla tanıştık.  Daha ne diyebilirim .
Kızılgeçit Köyü'ne geldiğimizde ayaklarımız bir adım daha atacak durumda değildi. Yyürüyüşü tamamlamanın verdiği bir keyif vardı içimizde.Bu arada karnımız zil çalıyordu.İlk bulduğumuz yere oturduk. Öyle acıkmışız ki.. İnsanın yediğinin önemi kalmıyor bazen, zehir yesen bala dönüşüyor. İşte o anlardan biriydi. Getirdiklerimize yumulduk. Ne bulduysak yedik. Diğerleri bizden biz diğerlerinden paylaşarak midemiz bayram etti. Öyle çok yemişiz ki bir süre kıpırdanamadık. Yılanın fareyi yuttuğunda sindirirken ki hali gibiydi halimiz. Pek komiktik.

Sonrasında eğlence....

Siz hiç davul ve saksafon eşliğinde dans edildiğini gördünüz mü? İkisi birbirine yakışır mı? Bir de mızıkanın eşlik ettiğini düşünün ... Çok ilginç bir müzikti. Dans edildi eğlenildi. Çılgın bir guruptu diyebilirim. Sonrasında dönüş yolu. Otobüslere bindik ve herbirimiz kendince ne kadar güzel ve doyurucu bir gün olduğunu düşünürken, yüzlerimizde yorgun ama mutlu ifadeler vardı.

Böyle bir şeyi hiç yapmadıysanız bir deneyin, inanın kendinizi çok farklı  hissedeceksiniz. En yakınımızda bile görecek o kadar çok güzellikler var ki uzağa gitmeye hiç gerek yok. Bunu bir kez daha farkettim.Teşekkürler bu güzelliği farkettirenlere.


H. UYAR

DENİZ 'İM

DENİZ'İMİN BANA ANIMSATTIKLARI

Nasıl anlatsam acaba "Deniz" imi size derken aklıma denizde yüzen insanların yüz ifadeleri geldi. Hiç birinin yüzünde can sıkıntısı, bıkkınlık, suratsız ifadeler göremeyiz herhalde. Hepsi de mutlu    "oooohh   bee..." havasında suya kendini bırakmış gülen yüzlerden ibaret bana göre.

Evet! evet... Yediden yetmişe insanı çocuk gibi sevindiren hatta çığlık attıran ender durumlardan biridir "Deniz"le buluşmak.Kelimenin tam anlamıyla içimizdeki çocuğu açığa çıkarıyor.Deniz' i gördüğümüz andan itibaren,  önce gözlerimiz parlayıp ışıldamaya, sonra içimize bir coşku dolmaya başlıyor. Deniz' le buluşma anı ise tarifsiz. Acelece mayoları giyip atıyorsun kendini Deniz'e. İşte o an müthiş. Kelimeler kifayetsiz duyguları anlatmaya.Teninde hissediyorsun ılık ılık iyileştirirci dokunuşlarını, kolların bacakların dans ediyor suyun koynunda,insanın saçlarının suda süzülüşü de bir ayrı hani. Suyun o inanılmaz  iyileştirici gücünü,  herkes içine girince farklı yaşasa da aynı sonucu verdiğini düşünüyorum.Mutlu, gülen gözler, sakin, rahatlamış yüz ifadeleri... Bence duyguların suyla terapisi, özgürleşmesi gibi bir şey bu. Sanki ne varsa kötü olan içinde, çekip alıyor, hafiflemiş bir benlik kalıyor geriye. İşte bu diyorsun hayat.

Deniz'in yeşille birleşmesi daha bir ayrı hava katıyor onun iyileştirici gücüne . Baktığın andan itibaren o renklerin ruhuna işleyişi bambaşka. Turkuaz belki de renklerin kraliçesi. Ondaki asalet nerede var? Sadece izlemek bile yetiyor ruhumuzu iyileştirmeye.

Yüzüyorsun,  yüzüyorsun, yüzüyorsun kalp atışların iyice hızlanıp kalbin: "Tamam! artık beni dinlendir, yoksa seni yarı yolda bırakırım" deyince,  uzanıveriyorsun Deniz'in üzerine usulca, 'oohh'  diyerek derin nefesler alıp veriyorsun, sakinleşiyorsun sonra. Kapatıyorsun gözlerini bir süre, sadece uzanıyorsun denizin üzerinde öylece kalıyorsun.Hafifçe  sallıyor seni, bir beşik gibi.Dalgalar arada bir yüzüne minik damlalar atıyor, nazlanıyor sana birazcık.Sonra kulaklarına dolan suyun basıncı seni başka bir boyuta taşıyor sanki. Başka bir alemdesin artık, sesler çok uzaktan geliyor, net duyulmuyor, uğultu halinde duyuluyor.Kendi konuşmaların bile başka, sanki ses senin sesin değil, başka biri var içinde  oradan geliyor. Dış dünyayla tam bir soyutlanma hali, bulunduğun ortamdan başka aleme dalma hali.Saatlerce öylece kalmak geliyor insanın içinden. Beynini bütün duygu ve düşüncelerden boşaltarak öylece kalmak...

O ara ya birileri rahatsız ediyor ya da dalgalar öyle şiddetli geliyor ki, " kalk üstümden diyor yeter yattığın" atıveriyor seni üzerinden.Yeniden gerçekliğe dönüyorsun. Çocukların neşeli bağırışları, küme oluşturmuş insanların sohpetleri , muzipçe birbirlerine takılmaları,su şakası yapanların çığlıkları, birbirlerini cuum diye denize atanların sesleri, şrap şrap kulaç atarak suyu ortadan yaranların sesleri, uzaktan geçen motorların denizi yırtarak geçişleri karışıyor birbirine...
Şöyle bir şey olsa keşke. İnsan istediğinde bir kapı açabilse o başka boyuta.Orada bir süre kalabilse öylece, hiç düşünmeden, bütün duygu ve düşüncelerinden soyutlayarak kendini. Hayat dursa bir an, her şey dursa, sonra yeniden anlam bulsa her şey...

İşte 'Deniz' im böyle birşey. Deniz'im çoşkulu, ışıl ışıl parlıyor.İnsana mutluluk, neşe, huzur, güven  veriyor.Her şeyden daha önemlisi hayat veriyor ,ışık oluyor içimdeki hayata.


H. UYAR

BAYRAMLARIMIZ

Bayramlar,ah o bayramlarımız!

Ne anılar saklıdır içinde, ah bir dili olsa da söylese... Acısıyla, tatlısıyla, küsleri barıştırmasıyla, sevenleri kavuşturmasıyla, görüşemeyen dostları birleştirmesiyle, bayram günü beklerken kaybedilen canlarıyla  ne anlamlar yüklüdür içinde.  Kimisi güzel anılarını anlatır bayramlarında,  kimisi de paylaşmak bile istemez bayramın hatırlattığını; derin bir sessizliğe gömülmek ister belki de.   Olsun yine de bayramlar güzeldir.

Bayram gelmeden bir hafta öncesinden yapılan hazırlıklar ne telaşlıdır, ne yorucudur, hatta nerden çıktı bu bayram , niye bize geliyorlar, yerlerinde suyu mu çıktı, kalsalar ya yerlerinde vs. vs. vs. Olsun yine de güzeldir bayramlar. Öyle desek de isteriz gelsinler, çünkü biliriz bayramlar böyle güzeldir, ardından bir sürü anlatacak güzel anılar bırakır.

Bayramın telaşı ise bir ayrı güzel olur. Ne yemek yapsam, hangi tatlıyı denesem, falan şunu sever , aman yemeğe acı koyarsam yiyemezler, maydanoz sevmezler bilmem ne. Unutuverirsin yemeği acılı yaparsın, ondan sonra tüüüüh ne yapsam, başka bir yemek düşünürsün. Ordan birileri seslenir "sen ne yapıyorsun ordu mu besleyeceksin bu kadar şeye ne gerek var"  Cevap verirsin "olsun isteyen istediğinden yesin severek yapıyorum ne var bunda  "  dersin.  Zordur misafir ağırlamak. Hele birde yatılı olursa onun telaşı başkadır. Kendi yatağını bile veririsin. Sen küçücük bir kanepede kıvrılıverirsin "ben burda da yatarım" dersin. Sabah kalktığında her yerin tutulmuştur belki, olsun önemli değil. Sabah kahvaltısı ayrı bir hengame. Çocuklar kalkmak istemez, öpersin, okşarsın, canım cicim dersin anlamaz "anne bi dakka"der, o bi dakka hiç bitmez en sonunda sesler yükselir. Bayram sabahı bu kadar geç kalkılmaz çabuk herkes kalkıyor. Gözler ovuşturularak ya tuvalete ya banyoya gidilir. Sanki bitiverecekmiş gibi hazırlanan kahvaltıya yumulur eller

Yaa... İşte böyle! Bayramlar herkes için farklı bir anlam ifade eder. Yine de ben bayra mları çok severim. Her günü bayram gibi geçirsem derim. Evim dolsa taşsa, gelen giden hiç eksik olmasa derim. Hep telaşla koşturmacayla geçirsem, yatağa uzandığımda tatlı bir yorgunluğun verdiği uykuya dalsam derim.

 HERKESİN BAYRAMININ COŞKUYLA, FESTİVAL HAVASINDA GEÇMESİ DİLEĞİYLE...


H. UYAR

KORKULARIMIZA, HATALARIMIZA VE HAYAL KIRIKLIKLARIMIZA RAĞMEN...

KORKULARIMIZA, HATALARIMIZA VE HAYAL KIRIKLIKLARIMIZA RAĞMEN...

Hepimizin kusurları vardır kendince, korkuları vardır, hatalar yaparız kimi zaman, kimi zaman da hayal kırıklıkları yaşarız. Bunlar değil midir aslında bizi büyütüp olgunlaştıran? Çok şişmanızdır, kısa boyluyuzdur, belki  incecik kendimize yakışmaz bir sesimiz vardır. Burnumuz yüzümüzde kocaman bir yer kaplıyor olabilir.Sivilcelerle dolu bir yüzünüz vardır, çok çirkinizdir belki. Bu kusurlarımız yüzünden sanıyorum hepimizle dalga geçilmiştir, özellikle çocukluk dönemlerimizde daha acımasız olunduğunu düşünürsek nasıl da sinirlenmişizdir. Aşırı tepki göstermiş ve karşı tarafa zarar vermişte olabiliriz. Bir sürü hoş olmayan anılar aklınıza gelmiştir şimdi. Komplekse kapılmış, belki de kendimizi toplumdan soyutlamışızdır. Sonrasında bu yaşananların bizim kişiliğimizin gelişmesi için elzem olaylar olduğunu fark ediyoruz. Belki mücadeleci ruhumuzu güçlendirmiş olabilir. Sakin sabırlı olmayı , başkalarının ne dediğinin aslında hiçte önemli olmadığını fark ettirmiştir.Kendimizin ne düşündüğünün önemli olduğu fikrini geliştirmiştir. Ya da hoşgörülü olmayı, başkalarının fikirlerine sonuna kadar saygı duymayı öğretmiş olabilir.

Kimi zaman karanlıktan korkarızdır, tek başımıza olmaktan, yalnızlıktan korkarızdır, hayvandan korkarızdır.Kimi zaman da azarlanmaktan, önemsenmemekten,  fakir olmaktan, evsiz kalmaktan, eşimizi kaybetmekten, sevdiklerimizi kaybetmekten korkarız .Yüksekten korkarız, kapalı yerde olmaktan korkarız ... vs. Emin olun korktuklarımız hep başımıza gelir. Bu korkularımızın da bize rağmen bizim kişiliğimizin gelişmesi için var olduğunu fark ediyorum.   Korkularımız bize bir ayna, düşünün bir kere sizce de öyle değil mi?

İnsanı kendisiyle yüz yüze getiren korkuları değil mi? Farzedelim yükseklik korkunuz var. Ağaca çıkamıyorsunuz. Nasıl olduysa oldu, oğlunuz ağacın tepesine çıktı inemiyor. O anda müdahale etmezseniz çok daha kötü şeyler olacak belki de. Ne yaparsınız? Birini mi çağırırsınız yoksa bir an evvel yükseklik korkunuza rağmen ağaca çıkıp çocuğunuzu kurtarmayı mı düşünürsünüz?
Kimisi evde tek başına kalamaz. Kalırsa aklı başından gidecek sanır. Öyle bir olay olur ki, o evde tek başına kalmak zorunda kalır. Korkusuyla yüz yüzedir işte, belki cesaretlenerek korkusunu yenmeyi başaracak. Başardığı duygu onda hiç denemediği yenilikleri getirecektir. Kim bilir...Korkularımızla mücadele etmek, korkularımızın üzerine gitmek kendimizde gelişmesi gereken  duygular için bir fırsattır belki de.

Mesela topluluk önünde konuşamama gibi bir durumunuz vardır. Söyleyeceklerinizi unutacağınızdan, o kadar insanın önünde rezil rüsva olacağınızdan korkarsınız. Size öyle bir görev verilir ki ya da hiç anlayamayacağın bir şekilde  tam da korkunuzla baş başa kalıveririsiniz. İşte size korkunuzla baş edebilmek için bir fırsat. Geri çevirirseniz sadece süreyi uzatmış olursunuz.Uygun koşullar senin yeniden denemen için oluşacaktır,  bundan emin olabilirsin. Korkularımız bizim en büyük öğretmenimiz olabilir.
Ya hayal kırıklıklarımıza ne demeli. Bazen çok severiz ve ona sonsuz güveniriz. Ama güvenimizi boşa çıkarır. Yaşadığımız duygu bizi altüst eder. Kızarız, bağırırız, küfrederiz, nasıl olur? neden yapar? niçin beni anlamaz? söylenirde söyleniriz. Hayal kırıklığımızın büyüklüğü kadar yaşarız duygularımızın şiddetini. Sonra duruluruz, düşünürüz.Hayal kırıklığımızın bize öğrettiğini belki bir zaman sonra fark ederiz. Kime, hangi konuda, ne kadar güveneceğimizi öğrenmişizdir. Belki de   her şeye rağmen yeniden güvenebilmeyi öğrenmişizdir. Ya da en önemlisi kendimize güvenmeyi öğrenmişizdir.

Son söz olarak;

İyi ki varsınız hatalarımız, kusurlarımız, hayal kırıklıklarımız, korkularımız....Kişiliğimizde zayıf kalan bütün yönlerimiz. Sizler bizim için gerekli ve hatta birer armağansınız.


H. UYAR

DİLİMİ EŞEK ARISI SOKSUN

Bugün de şunu farkettim.

Sanki sevmediğimiz şeylerle sınanıyoruz gibi bazen. Bir deyim vardır."Sevilmedik ot, burnunun dibinde biter. " diye. Bu deyim nereden çıkmıştır acaba. İnsan sevmediği neyse onu da sevebilmeyi öğrenmek zorunda mı? Ya da neden sevmeyi öğrenmek  zorunda. "Yaradanı sevmeli, yaratandan ötürü" bu lafı çok sevmişimdir. Her işime de bu mantıkla yaklaşmışımdır. Her şey de sevgiyi bulmaya çalışmışımdır. Ama bazen şunu hiç sevmiyorum deriz. Gerçektende sevmediğimiz şey hiç istemediğimiz anda karşımıza çıkar. O noktada kişiliğimizde, değişmesi ve  gelişmesi gereken bazı noktalar olduğunu düşünmeye başladım son zamanlarda. Mesela birisini görürüz "Aman ne mıymıntı, hiç sevmem böyle tipleri" deriz.Tam da böyle birisiyle birlikte olmak zorunda kalırız. Bakarsın arkadaş da  oluruz yada biraz abartırsam eğer böyle birisiyle evleniriz de. Garip değil mi?

 Ben mesela, ne yalan söyleyeyim Adana' yı hiç sevmem. Eskiden de sevmezdim, şimdi de sevmem. Eskiden o cehennem sıcağı yok mu Adana'nın , o vakit abimin evlendiğinde evini yerleştirmeye gitmiştik. Ordan bilirim. "Bu şehirde yaşanmaz demiştim." Şimdi de "Can"ımı orada kaybettim. "Bir daha gelmem bu şehre dedim." Ne iştir anlamıyorum. Bu hayat bana tükürdüğümü yalatıyor. Sakın büyük konuşmayın. "İki susun bir konuşun" derim de başka bir şey demem artık...

Oğlumu Çağ üniversitesi Hukuk Fakültesi bölümüne yerleştiriyorum hayırlısıyla.Adana'da kalacağa benziyor. Gel de gitme..Abim ikinci evliliğini yaptı. Yeni bebekleri olacak. İlk defa sahiden hala oluyorum. İlk defa abimin evinde kalabilmenin huzurunu duyuyorum.Bu çok güzel bir duygu. Hadi  gitme. En sevdiğim insanlar orda.  Artık beş yıl boyunca Adana benim mecburiyetim. Peki !  Neden insan sevmedikleriyle terbiye edilirler?

Söz, artık büyük konuşmayacağım, dilimi eşek arısı soksun. Tamam bundan sonra Adana'yı seviyorum, anlaştık mı?


H.UYAR

İNSAN NİYE İYİLİK YAPAR SİZCE?

İnsan niye iyilik yapar sizce?

Bugün annemin " Ramazan boyunca bana yemekler hazırladın, ne güzel" sözü üzerine düşündüm bunu. Sahiden, insan birine niçin iyilik yapar?

Birine iyilik yaparken ondan teşekkür beklediği için mi?

Onu memnun etmek için mi,  yada onu memnun ederken aslında kendini mutlu etmek için mi?

Bir tebessüm etmesi için mi yoksa?

Bize de iyilik yapmasını istemek için mi?

Ya da ne bileyim, Allah sevap yazsın, günahlarımızı affetsin diye mi?

Ya da sadece ve sadece iyilik olsun diye mi yapmalı? Hiçbir şey beklemeden, bu saydıklarımın hiçbirini düşünmeden...

Düşündüm de...

Ben iyiliği iyilik olsun diye yapmayı seviyorum.Karşılığında teşekkür etmeyebilir.Bir tebessümü bile sakınabilir.Olsun, ben yine de içimden öyle geldiği için davranmayı seviyorum. Kötülükten kaçınmayı da kötü olmadığım için yapmayı  seviyorum. İyi olduğumda birinin ödül vermesi yada kötü olduğumda birinin beni cezalandırmasından korktuğum için değil. İyilik de kötülük de içimizde. Bizimle beraber doğuyor, bizimle beraber ölecek.

Önemli olan yaşarken neyi seçtiğimiz, cennet ödülü yada cehennem cezası olmadan...
Hem de ölüp gideceğimizi bile bile, Üstelik bizden sonra gelecekleri hiç kıskanmadan, üstelik biz görmesek de onlar daha mutlu olsun diye çabalıyarak.

İşte bu kadar basit herşey bu kadar da güzel. Bütün mesele sahiden "alçakgönüllü" olabilmekte...


H.UYAR

İNCİR

İncir,
İncir size neyi çağrıştırır bilemiyorum ama, bana Temmuzun o dayanılmaz sıcağını hatırlatır hep.O yüzünü yalayan alev gibi birde poyrazı olur, ateş  topunun içindeyim sanırsın. İnciri olgunlaştıran, tatlandırıp ballandıran da bu sıcağı zaten. Bu yüzden severim belki de sıcağı.

İncir benim belki de olmasını dört gözle beklediğim tek meyve.Memleketimin incirine de kıymet yetmez hani, başka memleketlerin incirini de sevmem, yemem de. İllaki memleketimin inciri olacak. Marketlerde bulamazsınız öyle incirleri.İncirin uzak yerlere ulaşabilmesi biraz ham toplanması gerekir. O yüzden pek tadı yoktur, balından da bahsetmeye hiç gerek yok zaten.Nerden biliyorsun derseniz, uzun yıllar incir toplamış birisiyim. İncirin iyisi satışa çıkmaz. Çünkü dayanmaz.

Temmuzun o sıcağını yiyip dalında olgunlaşmış,olgunlaştıkça tatlanmış,içine sığmayıp balı akmış bir inciri düşünebiliyor musunuz?Yerken ağızda bıraktığı tadı anlatmaya kelime bulamıyorum.Yumuşak, oldukça tatlı, çekirdekleri çıtır çıtır dişlerinin arasında ezilirken harika bir duygu veriyor.Aşka gekiyor insan birden...

Diyeceğim bahçemdeki incir ağacı bana küsmüş.Bana bakmadın, zamanında sulamadın beni diye. Haksızda sayılmaz. İki haftadır dolanıyorum etrafında, mancırların biri bile olmamış. Gönül diyor ilk incirimi kendi bahçemden yemeyi , ihanet etmeyeyim diyordum, ama en sonunda dayanamadım.Bari pazardan alayım dedim. Elimin sevdiğinden şöyle bir kilo aldım.Dolaba koydum. Hafifçe soğusun istiyorum. Sonra afiyetle mideme ve bütün duyu organlarıma ziyafet çekeceğim.


Gelin beraber paylaşalım.

SAKIN GÖNLÜMÜZ KABARMASIN

Bir hikaye:

Bir gün Allah'ın sevgili dostlarından birisi, misafiriyle çadırında sohbet ediyormuş. Hizmetkarlardan birisi feryat ederek gelmiş. " Kırk deveniz sele gitti." Seyid'in yüzünde tek kıl oynamamış. Sadece dönmüş kalbine bakmış, sonra sağ elini göğsüne koyarak "hamdolsun" demiş. Hiçbirşey olmamış gibi sohbet etmeye devam etmiş.

Zaman geçmiş aradan, yine hizmetkar bu defa güle oynaya " Kırk dişi keçiniz, kırk dişi oğlak doğurdu." Seyid'in yüzünde yine tek kıl oynamamış. Dönmüş kalbine bakmış, sağ elini göğsüne koymuş " hamdolsun" demiş.

Konuğu çok şaşırmış bu duruma. " Az evvel bir felaket haberi aldın üzülmedin. "Hamdolsun" deyip geçtin. Ardından bir müjde geldi, sevinmedin yine "Hamdolsun" dedin. Bana davranışını açıklar mısın?

Seyid şöyle der: Kötü haber geldiğinde kaygılandım, hemen gönlüme baktım, bir üzüntü kararma var mı diye, yoktu. Şükrettim hamdolsun dedim. İyi haber gelince yine kaygılandım, hemen gönlüme baktım. Bir şisme, kabarma, taşkınlık var mı diye, yoktu. Yine şükrettim hamdolsun dedim.

"Mal, mülk, servet gelir gider sevgili konuğum. Ama gönlün bir kez karardı mı yada kabardı mı onu eski haline zor getirirsin"