HAYAT GÜZELDİR
Nihayet oğlumun kaydını
yaptırabildik. Ama ne maceraydı? Anlatayım da biraz gülelim. İhtiyacımız var gülmeye gülümsetmeye...
Perşembe günü kayıt yaptırmak için
Mersin'e gidilecekti. Çarşamba günü Deniz okulla ilgili evraklarını hazırlarken
bende kalacağı evle ilgili eşyaları hazırlamaya çalıştım. Yatağı, nevresimi,
çekyatı, masası, kabı kacağı bardağı çatalı derken bir araba eşya oldu
nerdeyse. Şükür ki birlikte gideceğimiz arkadaşımızın arabası pikap türü...
Alır, ne koyarsan götürür. Hocamla o gün şöyle sözleştik." Arabamızı bir gün
öncesinden akşama doğru yükleriz,hazır olur. Biz de sabahleyin kalktığımızda,
kahvaltımızı bile yapmadan yola koyulursak
zaman kaybetmemiş oluruz. Erkenden Mersin' e varırır. Kahvaltımızı o
zaman yaparız. Sonrasında önce Deniz' in sonra da benim oğlumun
kayıtlarını yaptırırız" dedi. "Ne
zaman kalkıyoruz o zaman? dedim. Hocam da "Sabaha karşı saat dörtte yola
çıkacak şekilde hazır olalım" dedi. Benim gözler şöyle bir açıldı. "Mersin
en fazla iki buçuk saat sürer hatta yol boş olursa iki saatte de gidilebilir" diye söyleyince "Ben
arabayı yavaş sürerim üç- üç buçuk saatten önce varamam" dedi. Ben de ne
diyeyim? Boynum kıldan ince, beraber hareket ediyoruz, mecburen tamam dedik. Ama
içimden söyleniyorum. Dörtte yola hazır olmak demek, hele birde kahvaltılık
falan hazırlayacaksan (çünkü dışardan yemeyi ben de pek sevmem onlar da) en geç
üçte kalkmak zorundasın. Ne yaparsın işte, sahura kalkar gibi kalkılacak. Biraz
erken yatarım diye düşümdüm ama ne mümkün gene on ikiyi geçmişti yattığım saat.
Telefonun alarmını kurdum. Deniz'e de tembih ettim "Oğlum ben yatıyorum
sen de geç kalma hemen yat kalkamazsın sonra." dedim yattım. Saatin alarmı
çaldığında hemen uyandım. Otomatiğe bağlanmış robot gibi gözlerim açılmasa da
kalktım. Hazırlandım. Deniz'i kaldırdım. Hemen o da ikiletmedi. Kahvaltılıkları
hazırlayıp bir poşete koydum . Dört dediğinde kapıdaydık.Hava serin mi serin,
artık sonbahar mevsimi "ben geldim" diyor. "Hoşgeldin sefalar
getirdin, bana hep hüzün verirsin yine
de seni severim bilirsin" diyerek içimden....
Bize geliyoruz demelerinden nerdeyse on beş yirmi dakika geçmişti. Geldiler.
Arabalara bindik. Merhabalaşıldı. Anlaşılan o ki herkes uykulu, mahmur bakışlı.
Kimse iki üç saatten fazla uyku uyumamış. Şoförümüz "Ben önce bir uyudum
ama sonrasında uyuyamadım" hanımı
"benim yattığımla kalktığım bir oldu" oğlum "eh biraz
uyudum" . Benim uyku belli, Selim de herhalde az bir uyku uyudu ki ilk şikayet
ondan geldi. " Ya ne işimiz vardı bizim bu saatte, Mersin kaç saatlik
yol, sakalımı kesmeseydim sözümü
dinletirdim ama nafile." Ben de fırsatı kaçırır mıyım? "Tabi ya saat
altıda gitsek bile yetişirdik. Erkenden kalkmanın bir gereği yoktu. " Falan
derken bir taraftan gülüşüyoruz, bir taraftan da Hocamın bu sağlamcı, aşırı
temkinli, her ihtimali düşünerek harekete eden bir yapıda olması onu savunmaya
geçirdi."Erkenden varalım ne olur ne olmaz, belki bir sorun çıkar evraklarda bir eksiklik
olur vs. Bir sürü olumsuz ihtimalleri saydı. Sayarken biz gülüşmelere devam
ediyoruz tabi. Olsun bakalım diyoruz yapacak bir şey yok.Muhabbetin sonu
gelirken şoförümüz hariç hepimizin gözleri kapanıyordu. Araba da sallana
sallana gidiyor, arada kafamızı dayadığımız yere sertçe çarparken gözlerimiz hafifçe açılıyor yine kapanıyordu.
Tatlı bir uyku ile uyuyamama hali. Fazla uzatmayayım Mersin'e ulaştığımızda
saat altıyı henüz geçiyordu..
"İnanamıyorum saat yedi bile
değil" sözünü kim söyledi bilmiyorum ama onun ardından hepimiz yine koptuk,
gülmekten karnımıza ağrılar girdi. Hocam tatlı tatlı kendini yine savunmaya
başlamıştı " Ne var şimdi güzel bir
yer buluruz, rahat rahat kahvaltımızı yaparız. Kötü mü ettik erken geldiysek."
Bizlerse biraz daha fazla uyusak ne olurdu? gibilerinden laflarla muhabbeti
koyulaştırıyorduk. Sevgili hocama biraz arka çıkmam gerektiğini düşünüyordum.
Güneş henüz uyanmış. Bütün ihtişamıyla ve o muhteşem kızıllığıyla bizi
selamlıyordu. Bir petrol istasyonuna arabamızı park ettik. Bir masa ve sandalye bulduk.
Kahvaltılıklarımızı hazırlayıp yemeye koyulduk.
Bu arada ben hocama arka çıkayım diye başladım konuşmaya.
"Saat sabahın altı buçuğu. Serin,
harika bir hava .( derken hepsi yine gülüşüyor )Şu manzaraya bir bakar mısınız?
Güneş nasıl da selamlıyor bizleri. Hiç bu manzara eşliğinde kahvaltı yaptınız
mı? İşte bir fırsat... Belki de,hocamın birinci görevi bize bu muhteşem manzara
eşliğinde ve bunun farkına vararak kahvaltı yaptırmaktı. Teşekkür ederim hocam " dedikçe gülüştük bir taraftan da
yedik içtik, çayımızı yudumladık. Sevgili hocamın eşi de beni destekledi."
Tabi ki...bu manzarayı nerede bulacaksınız, ömrünüzde ilk defa böyle bir
kahvaltı yapıyorsunuz " derken yine kahkahalar yükseldi. Belki de uzun
zamandır böyle gülüşe gülüşe kahvaltı yapmamıştık. Aslında şikayet etsekte
herkes halinden memnundu, işin güzeliği de burdaydı galiba...
Güzelliklerin farkına birlikte
vararak keyifli bir güne başlamıştık.İşte ömrümüzce biraraya geldiğimizde
anlatacağımız tekrar keyifleneceğimiz bir anı daha. Teşekkürler Hocam , senin
bu fazla temkinli sağlamcı özelliğin olmasa sıradan bir gün geçirecektik belki de
.Harika bir gündü.
Sonrasında hiç sorunsuz
çocuklarımızın kayıtlarını yaptırdık. Evlerini yerleştirdik. Biraz adettendir
AVM turu yaptık. Bir şey almasakta zaten yorgun ve uykusuz bedenimizi biraz daha yormayı becerebildik. Bu arada
Adana'ya gidilir de meşhur Adana Kebabı yenmez mi ? Midemize de bayram
ettirdik. Ayranı meşhurmuş. Bakır bir tas ve içinde küçük kepçe ile servisi
yapıldı bol köpüklüydü. Gerçekten ayranı güzelmiş. Afiyetle içtik. Evimize
geldiğimizde sanıyorum on bir buçuktu. Beni bekleyen kocaman yatağıma hangi ara
uzandığımı hatırlamıyorum bile....
H. UYAR