17 Eylül 2013 Salı

HAYAT GÜZELDİR

HAYAT GÜZELDİR

Nihayet oğlumun kaydını yaptırabildik. Ama ne maceraydı? Anlatayım da biraz gülelim. İhtiyacımız  var gülmeye gülümsetmeye...

Perşembe günü kayıt yaptırmak için Mersin'e gidilecekti. Çarşamba günü Deniz okulla ilgili evraklarını hazırlarken bende kalacağı evle ilgili eşyaları hazırlamaya çalıştım. Yatağı, nevresimi, çekyatı, masası, kabı kacağı bardağı çatalı derken bir araba eşya oldu nerdeyse. Şükür ki birlikte gideceğimiz arkadaşımızın arabası pikap türü... Alır, ne koyarsan götürür. Hocamla o gün şöyle sözleştik." Arabamızı bir gün öncesinden akşama doğru yükleriz,hazır olur. Biz de sabahleyin kalktığımızda, kahvaltımızı bile yapmadan yola koyulursak  zaman kaybetmemiş oluruz. Erkenden Mersin' e varırır. Kahvaltımızı o zaman yaparız. Sonrasında önce Deniz' in sonra da benim oğlumun kayıtlarını  yaptırırız" dedi. "Ne zaman kalkıyoruz o zaman? dedim. Hocam da "Sabaha karşı saat dörtte yola çıkacak şekilde hazır olalım" dedi. Benim gözler şöyle bir açıldı. "Mersin en fazla iki buçuk saat sürer hatta yol boş olursa iki  saatte de gidilebilir" diye söyleyince "Ben arabayı yavaş sürerim üç- üç buçuk saatten önce varamam" dedi. Ben de ne diyeyim? Boynum kıldan ince, beraber hareket ediyoruz, mecburen tamam dedik. Ama içimden söyleniyorum. Dörtte yola hazır olmak demek, hele birde kahvaltılık falan hazırlayacaksan (çünkü dışardan yemeyi ben de pek sevmem onlar da) en geç üçte kalkmak zorundasın. Ne yaparsın işte, sahura kalkar gibi kalkılacak. Biraz erken yatarım diye düşümdüm ama ne mümkün gene on ikiyi geçmişti yattığım saat. Telefonun alarmını kurdum. Deniz'e de tembih ettim "Oğlum ben yatıyorum sen de geç kalma hemen yat kalkamazsın sonra." dedim yattım. Saatin alarmı çaldığında hemen uyandım. Otomatiğe bağlanmış robot gibi gözlerim açılmasa da kalktım. Hazırlandım. Deniz'i kaldırdım. Hemen o da ikiletmedi. Kahvaltılıkları hazırlayıp bir poşete koydum . Dört dediğinde kapıdaydık.Hava serin mi serin, artık sonbahar mevsimi "ben geldim" diyor. "Hoşgeldin sefalar getirdin,  bana hep hüzün verirsin yine de seni severim bilirsin" diyerek içimden....

 Bize geliyoruz demelerinden nerdeyse  on beş yirmi dakika geçmişti. Geldiler. Arabalara bindik. Merhabalaşıldı. Anlaşılan o ki herkes uykulu, mahmur bakışlı. Kimse iki üç saatten fazla uyku uyumamış. Şoförümüz "Ben önce bir uyudum ama sonrasında uyuyamadım"  hanımı "benim yattığımla kalktığım bir oldu" oğlum "eh biraz uyudum" . Benim uyku belli, Selim de herhalde az bir uyku uyudu ki ilk şikayet ondan geldi. " Ya ne işimiz vardı bizim bu saatte, Mersin kaç saatlik yol,  sakalımı kesmeseydim sözümü dinletirdim ama nafile." Ben de fırsatı kaçırır mıyım? "Tabi ya saat altıda gitsek bile yetişirdik. Erkenden kalkmanın bir gereği yoktu. " Falan derken bir taraftan gülüşüyoruz, bir taraftan da Hocamın bu sağlamcı, aşırı temkinli, her ihtimali düşünerek harekete eden bir yapıda olması onu savunmaya geçirdi."Erkenden varalım ne olur ne olmaz,  belki bir sorun çıkar evraklarda bir eksiklik olur vs. Bir sürü olumsuz ihtimalleri saydı. Sayarken biz gülüşmelere devam ediyoruz tabi. Olsun bakalım diyoruz yapacak bir şey yok.Muhabbetin sonu gelirken şoförümüz hariç hepimizin gözleri kapanıyordu. Araba da sallana sallana gidiyor, arada kafamızı dayadığımız yere  sertçe çarparken   gözlerimiz hafifçe açılıyor yine kapanıyordu. Tatlı bir uyku ile uyuyamama hali. Fazla uzatmayayım Mersin'e ulaştığımızda saat altıyı henüz geçiyordu..
"İnanamıyorum saat yedi bile değil" sözünü kim söyledi bilmiyorum ama onun ardından hepimiz yine koptuk, gülmekten karnımıza ağrılar girdi. Hocam tatlı tatlı kendini yine savunmaya başlamıştı  " Ne var şimdi güzel bir yer buluruz, rahat rahat kahvaltımızı yaparız. Kötü mü ettik erken geldiysek." Bizlerse biraz daha fazla uyusak ne olurdu? gibilerinden laflarla muhabbeti koyulaştırıyorduk. Sevgili hocama biraz arka çıkmam gerektiğini düşünüyordum. Güneş henüz uyanmış. Bütün ihtişamıyla ve o muhteşem kızıllığıyla bizi selamlıyordu. Bir petrol istasyonuna arabamızı park  ettik. Bir masa ve sandalye bulduk. Kahvaltılıklarımızı hazırlayıp yemeye koyulduk.

Bu arada ben  hocama arka çıkayım diye başladım konuşmaya.

"Saat sabahın altı buçuğu. Serin, harika bir hava .( derken hepsi yine gülüşüyor )Şu manzaraya bir bakar mısınız? Güneş nasıl da selamlıyor bizleri. Hiç bu manzara eşliğinde kahvaltı yaptınız mı? İşte bir fırsat... Belki de,hocamın birinci görevi bize bu muhteşem manzara eşliğinde ve bunun farkına vararak kahvaltı yaptırmaktı. Teşekkür ederim  hocam " dedikçe gülüştük bir taraftan da yedik içtik, çayımızı yudumladık. Sevgili hocamın eşi de beni destekledi." Tabi ki...bu manzarayı nerede bulacaksınız, ömrünüzde ilk defa böyle bir kahvaltı yapıyorsunuz " derken yine kahkahalar yükseldi. Belki de uzun zamandır böyle gülüşe gülüşe kahvaltı yapmamıştık. Aslında şikayet etsekte herkes halinden memnundu, işin güzeliği de burdaydı galiba...

Güzelliklerin farkına birlikte vararak keyifli bir güne başlamıştık.İşte ömrümüzce biraraya geldiğimizde anlatacağımız tekrar keyifleneceğimiz bir anı daha. Teşekkürler Hocam , senin bu fazla temkinli sağlamcı özelliğin olmasa sıradan bir gün geçirecektik belki de .Harika bir gündü.
Sonrasında hiç sorunsuz çocuklarımızın kayıtlarını yaptırdık. Evlerini yerleştirdik. Biraz adettendir AVM turu yaptık. Bir şey almasakta zaten yorgun ve uykusuz bedenimizi  biraz daha yormayı becerebildik. Bu arada Adana'ya gidilir de meşhur Adana Kebabı yenmez mi ? Midemize de bayram ettirdik. Ayranı meşhurmuş. Bakır bir tas ve içinde küçük kepçe ile servisi yapıldı bol köpüklüydü. Gerçekten ayranı güzelmiş. Afiyetle içtik. Evimize geldiğimizde sanıyorum on bir buçuktu. Beni bekleyen kocaman yatağıma hangi ara uzandığımı hatırlamıyorum bile....


H. UYAR